koydurma | * Koydurmak işi. |
koydurmak | * Birinin bir şeyi bir yere koymasını sağlamak. |
koygun | * Dokunaklı, etkili, içli, acıklı. |
koyma | * Koymak işi. |
koyma akıl | * Tecrübe edilmemiş, etkisi kısa süren, o an için ortaya atılmış bir tür nasihat. |
koymak | * Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek. * Bir kimseyi işe yerleştirmek, birine işsağlamak. * Bırakmak. * Katmak, eklemek. * Yazmak (imza, tarih, adres). * Uyulması gereken kuralları belirlemek, ortaya çıkarmak. * Etkilemek, dokunmak. * (bütçede) Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, ayırmak. * Bırakmak, terk etmek. |
koynuna almak | * biriyle beraber yatmak. * biriyle sevişmek için yatmak. |
koynuna girmek | * biriyle yatıp sevişmek. |
koynunda yılan beslemek | * bir yakınından ihanet görmek. |
koyu | * Yoğunluğundan dolayı güç akan, sulu karşıtı. * Karaya kaçan (renk), açık karşıtı. * (bazınitelikler için) Aşırı. * Derin, hareketli. |
koyu gri | * Açık siyaha yakın gri, grinin bir ton koyusu. |
koyu kahverengi | * Karaya yakın kahverengi, kahverengini bir ton koyusu. |
koyu kır | * Kırlaşmanın ilk devresinde meydana gelen koyu renkli at donu. |
koyu kırmızı | * Bordoya yakın kırmızı, kırmızının bir ton koyusu. |
koyu koyu | * (renk için) İyice koyu. |
koyu koyu düşünmek | * uzun uzun veya derin derin düşünmek. |
koyu lâcivert | * Karaya yakın lâcivert, lâcivertin bir ton koyusu. |
koyu mavi | * Mavinin bir ton koyusu. |
koyu pembe | * Pembenin bir ton koyusu. |
koyu sarı | * Sarının bir ton koyusu. |
koyu yeşil | * Karaya yakın yeşil, yeşilin birkaç ton koyusu. |
koyulaşma | * Koyulaşmak işi. |
koyulaşmak | * Koyu duruma gelmek. * Derinleşmek, hararetlenmek, aşırıduruma gelmek. |
koyulaştırma | * Koyulaştırmak işi. * İyi bir görüntü veremeyecek kadar zayıf olan bir film parçasının kimyasal işlemlerle güçlendirilmesi işi. |
koyulaştırmak | * Koyu duruma getirmek. |
koyulma | * Koyulmak işi. |
koyulmak | * Koymak işine konu olmak. * Koyulaşmak. * Girişmek, başlamak, teşebbüs etmek. |
koyultma | * Koyultmak işi. |
koyultmak | * Koyu duruma getirmek. * Bir konuşmayıtat alınır biçimde uzatmak. |
koyuluk | * Koyu olma durumu. |
koyun | * Gevişgetirenlerden, eti, sütü, yapağısıve derisi için yetiştirilen evcil hayvan (Ovis aries). * Verilen buyruklara uyan, kendi kişiliğini gösteremeyen kimse. |
koyun | * Göğüsle giysi arası. * (yatmakta iken) Kollar arası, kucak. * Koruyucu, şefkatli çevre. |
koyun bakışlı | * Bön bakışlı, budala, şaşkın. |
koyun can derdinde, kasap yağderdinde | * Bkz. keçiye can kaygısı, kasaba et (veya yağ) kaygısı. |
koyun dede | * Alık, aptal. |
koyun eti | * Kesilmişkoyunun parçalanıp satılan eti. |
koyun gibi | * budala, şaşkın. * karar ve davranışlarında başkasına bağımlı olan, başkasına uyan. |
koyun kaval dinler gibi dinlemek | * hiçbir şey anlamadan dinlemek. |
koyun koyuna | * (yatmakta iken) Birbirine sarılmış bir durumda. |
koyun mantarı | * Bir çeşit mantar, koyun göbeği. |
koyuncu | * Koyun besleyen veya alıp satan kimse. |
koyunculuk | * Koyun beslemek veya alıp satmak işi. |
koyungöbeği | * Bir çeşit mantar, koyun mantarı. |
koyungözü | * Birleşikgillerden, beyaz ve iri bir papatya türü (Matricaria parthenium). |
koyuntu | * Sıkıntı, üzüntü, keder. * Sopa, baston koymaya yarayan yer. |
koyunun bulunmadığıyerde keçiye Abdurrahman çelebi derler | * istenilen nitelikteki şey bulunamayınca onun daha düşük nitelikte olanına da razı olunur. |
koyunyünü | * Bir tür sünger, bal peteği. |
koyut | * Konut (II). |
koyuverme | * Koyuvermek, koyvermek işi. |
koyuvermek | * Salmak, serbest bırakmak. * Oluruna bırakmak. |
Kategoriler