kul | * Tanrı’ya göre insan. * Yabancıülkelerden tutsak olarak getirilen ve alınıp satılabilen köle veya karavaş. |
kul cinsi | * Osmanlılarda köle veya karavaşlıktan yetişen kadınlara verilen ad. |
kul hakkı | * İnsanların birbirlerine geçen emekleri, hakları. |
kul kâhyası | * Yeniçeri Ocağında yeniçeri ağasından sonra gelen en yüksek düzeydeki subay, kul kethüdası. |
kul köle (veya kul kurban) olmak | * tam bir doğruluk ve özveri ile bağlanarak, bütün isteklerini yerine getirmeye hazır olmak. |
kul oğlanı | * Vergi toplayan belediye tahsildarı. |
kul oğlu | * 343 kuloğlu. |
kul olmak | * aşırıderecede bağlanmak, boyun eğmek. |
kul sıkılmayınca Hızır yetişmez | * sıkıntıda olanlarıavutmak ve yüreklendirmek için söylenir. |
kul taksimi | * Eşit olarak yapılan üleştirme. |
kul yapısı | * İnsan eliyle yapılmışolan. |
kula | * Gövdesi sarıveya kirli sarırenkte, yele, kuyruk ve bacağın alt kısmındaki kılların koyu renkte olduğu at donu. * Bu renkte olan at. |
kula kul olmak | * bir kimsenin buyruğu altında bulunmak. |
kulacık | * Bkz. kulakçık. |
kulaç | * Gerilerek açılmışiki kolun parmak uçlarıarasındaki uzaklık. |
kulaç atmak | * yüzerken kolları, sırayla üstten ileriye doğru atıp suyu arkaya doğru çekmek. |
kulaçlama | * Kulaçlamak işi. |
kulaçlamak | * Kaç kulaç olduğunu ölçmek. * Kulaç atarak yüzmek. |
kulaçlayış | * Kulaçlama işi veya biçimi. |
kulağakaçan | * Düz kanatlılardan, karnında çatal biçiminde iki uzantı bulunan, meyve ve sebzelere zarar veren otçul bir böcek (Forficula auricularia). |
kulağı(bir şeyde) olmak | * dikkatini (bir şeye) vermek. |
kulağı(veya kulaktan) çınlasın | * konuşulan yerde bulunmayan, sevilen biri anıldığında söylenir. |
kulağıağır işitmek | * kulağı iyi işitmemek. |
kulağıdelik | * Olup bitenleri çabuk haber alan. |
kulağıdikilmek | * konuşulanlarıdinlemek için dikkat kesilmek. |
kulağıduvar olmak | * sağır olmak. |
kulağıkirişte (olmak) | * söylenecek sözü, gelecek haberi bekleyerek (beklemekte). |
kulağıkirişte (veya tetikte olmak) | * söylenecek sözü, gelecek haberi bekleyerek (beklemek). |
kulağı okşamak | * kulağa hoşgelmek. |
kulağıters taraftan göstermek | * kolay yolu varken bir işi daha zor ve uzun yollar kullanarak yapmak. |
kulağıtıkalı | * Sağır, ağır işiten. * dinlemek istemeyen, dinlemeyen. |
kulağına çalınmak | * başkasına söylenirken kendisi de duymuşolmak. |
kulağına çarpmak | * duyulmak. |
kulağına fısıldamak | * çok alçak ve hafif bir ses tonuyla kulağına eğilip konuşmak. |
kulağına gelmek | * kulağına çalınmak. * biri tarafından duyulmak. |
kulağına girmek | * söylenilen sözlere önem vermek, söylenenleri anlamak, benimsemek. |
kulağına inanmamak | * duyduklarının doğruluğundan şüphe etmek. |
kulağına kar suyu kaçmak | * sıkışık bir duruma düşmek. |
kulağına koymak (veya sokmak) | * bir duruma veya söze hazırlamak için önceden kısaca anlatmak; düşünce aşılamak, telkin etmek. |
kulağına küpe olmak (veya etmek) | * başa gelen bir durumdan alınan dersi hiç unutmamak. |
kulağına söylemek | * fısıldamak. |
kulağınıaçmak | * dikkatle dinlemek. |
kulağını bükmek | * bir sorun karşısında dikkatli davranması için uyarıda bulunmak. |
kulağını çekmek | * ceza olarak kulağınıtutup bükerek çekmek. * uyarmak için hafif bir ceza vermek. |
kulağınıçınlatmak | * birini anmak. |
kulağınıdoldurmak | * bir kimseye -başkasından bilgi almadan önce konu üzerinde bilgi verirken kendi düşüncesini aşılamak. |
kulak | * Başın her iki yanında bulunan işitme organı. * Bu organın, sesleri toplayıp içeriye almaya yarayan dış bölümü. * Balıklarda başın iki yanında bulunan ve ağızdan alıp solungaçlardan geçirdiği suyu dışarıya vermeye yarayan yarıklardan her biri. * Telli çalgılarda tel germeye yarayan burgu. * Seslerin uygunluğunu seçebilme ve değerlendirebilme yeteneği. * Sabanın toprağa giren kısmının iki yanında bulunan ve toprağıyollara dökmeye yarayan parça. * Akarsuların ve özellikle göllerin karaya giren ve durgunlaşan yerleri. |
kulak | * Varlıklıeski Rus köylülerine verilen ad. |
kulak altı bezi | * Kulağın yakınında bulunan, tükürük bezlerinin en büyüğü. |
kulak ardıetmek | * dikkate almamak, göz önünde tutmamak. |
Kategoriler