kulak asma! | * “önemseme, dimleme!” anlamında uyarısözü. |
kulak asmak (veya asmamak) | * önem vermek (vermemek), dinlemek (dinlememek). |
kulak çivisi | * Kağnıda tekerleğin çıkmaması için mazının ucuna takılan çivi. |
kulak davulu | * Kulak zarı. |
kulak demiri | * Pulluklarda, uç demirinin kaldırdığıtoprağıters çeviren demir. |
kulak dolgunluğu | * İşiterek elde edilen bilgi. |
kulak erimi | * Sesin işitilebileceğıuzaklık. |
kulak kabartmak | * belli etmemeye çalışarak dinlemek. |
kulak kepçesi | * Sesi toplayarak orta kulağa göndermeye yarayan, kulağın, yarım daire biçimindeki bölümü. |
kulak kesilmek | * büyük bir dikkatle dinlemek. |
kulak kıvırmak | * tarımda domatesin olgunlaşmasısırasında yapılan bir işlem. |
kulak kulağa | * Gizlice, başkasıduymaksızın. |
kulak memesi | * Kulağın yumuşak ve kıkırdaksız olan alt ucu. |
kulak misafiri | * Yanında konuşulan bir şeyi, konuşmaya katılmadan dinleyen kimse. |
kulak misafiri olmak | * yanında konuşulan bir şeyi konuşmaya katılmadan dinlemek. |
kulak tıkacı | * Çok şiddetli sesleri, gürültüleri hafifletmek için, kulağın içine veya üzerine konulan araç. |
kulak tıkamak | * bir şeyi duymazlıktan gelmek. |
kulak tırmalamak | * (ses için) kulağırahatsız etmek. |
kulak tırmalayıcı | * Kulağırahatsız eden. |
kulak tozu | * Kulağın arkasındaki tümseklik. |
kulak tozuna vurmak | * tam kulağın üstüne vurmak. |
kulak tutmak | * dinlemek, işitmek istemek. |
kulak vermek | * merak edip dinlemek, işitmeye çalışmak. |
kulak zarı | * Dışkulakla orta kulağı birbirine bağlayan zar, kulak davulu. |
kulakçı | * Kulak, burun, boğaz hekimi. |
kulakçık | * Kalbin üst bölümünde bulunan ve biri (sağdaki) anatoplar damarlardan, öbürü (soldaki) akciğer toplardamarlarından kanıalıp karıncıklara veren iki boşluğun adı, kulacık. |
kulaklarıdolmak | * aynışeyi dinlemekten usanmak. |
kulaklarıpaslanmak | * çoktan beri müzik dinlememişolmak. |
kulaklarına kadar kızarmak | * çok utanmak. |
kulaklarınıdikmek | * (hayvan) dikkat kesilmek. |
kulaklarınıtıkamak | * dinlemek, istememek. |
kulaklarının pasını gidermek | * çoktan beri dinlememişken müzik dinlemek. |
kulaklı | * Kulağıherhangi bir biçimde olan. * Kulağa benzer çıkıntısı olan. * Sapının ucunda kulak biçiminde iki genişçatalı bulunan bir çeşit yatağan. * İki tarafında tutulacak yeri olan yayvan tencere, kazan. |
kulaklısomun | * Yanlarında kanat gibi çıkıntıları olan bir somun türü. |
kulaklık | * Kulaklarısoğuk, rüzgâr gibi dışetkilerden korumak için kulak kepçesini örtecek biçimde yapılmışkılıf. * Radyo, telefon veya telsizde kulak ile verici arasında ses bağlantısıkurmaya yarayan alıcı. * Ağır işitenlerin kullandıklarıpilli araç. |
kulaksız | * Kulak kepçesi olmayan. |
kulaktan | * Sadece duyarak, dinleyerek. |
kulaktan dolma | * Başkalarından işitilerek edinilen bilgi. |
kulaktan kulağa | * Bir kimseden bir başkasına, gizlice söyleyerek. |
kulampara | * Oğlancı. |
kulamparalık | * Oğlancılık. |
kule | * Çoğunlukla kare veya silindir biçimindeki yüksek yapı. * Cihannüma. |
kulis | * Tiyatroda, sahnenin gerisinde ve yanlarında bulunan bölüm. * Bir işin, bir hareketin iç yüzü, bilinmeyen yönleri. * Borsa dışında alışverişyeri. |
kulis çalışması | * Kulis faaliyeti. |
kulis faaliyeti | * Toplantıyerlerinde, oturum dışında çeşitli grupların yaptığı gizli girişim veya çalışma. |
kulis yapmak | * herhangi bir toplulukta oturumlar dışında gizli çalışmalar yapmak. |
kullandırma | * Kullandırmak iş. |
kullandırmak | * Kullanmak işini yaptırmak. |
kullanılma | * Kullanılmak işi. |
kullanılmak | * Kullanmak işine konu olmak. |
Kategoriler