laforizma | * Çok bilinen bir sözü veya atasözünü biraz değiştirip eklemeler yaparak güncel sorunları belirten cümle, kıssadan hayat hisseleri: Bir toplumda değerler haklandıkça, o toplumda hep hırsızlar aklanır. Akılsız başın cezasını halklar çeker. sözü gibi. |
lâfta kalmak | * bir işdüşünce aşamasında kalıp gerçekleşmemek. |
lâftan anlamak | * söyleneni dinleyip uymak veya uygulamak. |
lâfügüzaf | * Boşsöz. |
lâfzen | * Sözün gelişine, söylenişine, yapısına göre, yazılı olmayarak. |
lâfzî | * Sözün söylenişine, yapısına ait, sözle ilgili. |
lâgar | * Zayıf, çelimsiz, etsiz. |
lâgos | * Bkz. lâhos. |
lâgün | * Denizden dar bir kıyıkordonu veya bir kanal ile ayrılmışgöl, deniz kulağı. |
lâğım | * Bir yerleşim merkezinde pis suların akıp gitmesi için yer altında açılmışkanal, geriz. * Düşmanın kale duvarlarınıyıkmak veya düşman ordugâhına zarar vermek amacıyla, düşman siperlerine doğru yer altından açılan dar yol. |
lâğım çukuru | * Abdesthanelerin pis sularınıve pisliklerini toplamak için kazılmışkapalıkuyu, fosseptik. |
lâğım döşemi | * Bkz. kanalizasyon. |
lâğımcı | * Pis su kanallarınıaçıp temizleyen işçi. * Düşman kalelerini yıkmak için lâğım kazan asker. |
lâğımcılık | * Lâğımcının yaptığı iş. |
lâğımla atmak | * (bir kayayı) delip, içine patlayıcımaddeler koyduktan sonra bu maddeleri ateşleyerek parçalamak. |
lâğıv | * (bir kuruluşu) Kaldırma. * Hükümsüz kılma, feshetme. |
lâğvedilme | * Lâğvedilmek işi. |
lâğvedilmek | * (bir kuruluş) Kaldırılmak. * Hükümsüz kılınmak, feshedilmek. |
lâğvetme | * Lâğvetmek işi veya durumu. |
lâğvetmek | * (bir kuruluş) Kaldırılmak. * Hükümsüz kılmak, feshetmek, dağıtmak. |
lâğvolma | * Lâğvolmak işi. |
lağvolmak | * (bir kuruluş) Kaldırılmak. * Hükümsüz kılınmak, dağıtılmak. |
lâğvolunma | * Lağvolunmak işi veya durumu. |
lâğvolunmak | * Lâğvedilmek. |
lâhana | * Turpgillerden, güz ve kışsebzesi olarak yetiştirilen ve birçok türü olan bitki, kelem (Brassica oleracea). |
lâhavle | * Sabrın tükendiğini belirtmek için söylenir. |
lâhavle çekmek (veya okumak) | * bir sıkıntıyı, öfkeyi yatıştırmak için “lâhavle”ile başlayan Arapça duayı okumak. |
lâhika | * Ek. |
lâhit | * Kenarlarıkâgir, üstü kapak taşlarıyla örtülü mezar. * Taşveya mermerden oyma mezar. |
lâhmacun | * Üstüne kıyma, kıyılmışsoğan ve baharat konularak fırında pişirilen pide. |
lâhmacuncu | * Lâhmacun yapan ve satan kimse. |
lâhmacunculuk | * Lâhmacuncunun işi veya mesleği. |
lâhos | * Hanigillerden, Akdeniz ve Ege’de yaşayan lezzetli bir balık, kaya hanisi. |
lâhurakî | * Lâhor’a ait. |
lâhurî | * Lâhor’da yapılan her tür şal, Lahor şalı. |
lâhut | * Tanrıâlemi. * Kutsal. |
lâhutî | * İlâhî, Tanrısal. |
lâhza | * Zamanın bölünemeyecek kadar kısa bir parçası, an. |
lâhzacık | * Kısa bir an. |
lâhzada | * Çarçabuk, bir anda, hemen, bekletmeden. |
lâik | * Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan, devlet işlerini dinden ayrıtutan. |
lâikleşme | * Lâikleşmek işi veya durumu. |
lâikleşmek | * Lâik duruma gelmek. |
lâikleştirme | * Lâikleştirmek işi. |
lâikleştirmek | * Dinle ilgili olmayan işleri dinî görüşlerin dışında tutmak. |
lâiklik | * Lâik olma durumu, lâisizm. * Devlet ile din işlerinin ayrılığı; devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olması, lâisizm. |
lâin | * Lânetlenmiş, mel’un. |
lâisizm | * Lâiklik. |
-lak / -lek | * İsim ve sıfatlardan isim ve sıfat türeten ek: Teker-lek, yuvar-lak, diş-lek vb. |
lâka | * Uzak Doğu’da yetişen Amerika elmasından çıkan zamk. * Boyacılıkta kullanılan, kırmız böceğinin üst deri bezlerinin salgıladığımadde. |
Kategoriler