mekik dokumak | * iki yer arasında sürekli gidip gelmek. |
mekik gibi | * sürekli gidip gelen şeyler için söylenir. |
mekik oyası | * Dantel. |
mekkâre | * Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan at, deve, katır gibi hayvanlara verilen ad; bu amaçla halktan ücret karşılığında kiralanan yük hayvanı. |
mekkâreci | * Yük hayvanıkiralayarak taşıma işi yapan kimse. |
meknuz | * Gömülü, saklı. |
mekruh | * İğrenç, tiksindirici. * İslâm dininde, dince yasaklanmadığıhâlde yapılmaması istenen. |
meksefe | * Kondansatör, içine elektrik enerjisi yığılan alet. |
Meksikalı | * Meksika halkından olan (kimse). |
mektebi asmak | * okula derslere girmemek için keyfî olarak gitmemek, okulu asmak. |
mektep | * Okul. |
mektep çocuğu | * Öğrenci, okul çocuğu. * Acemi, toy. |
mektep görmemiş | * okula gitmemiş. * kaba, saygısız. |
mektep kaçağı | * Okul kaçağı. |
mektep medrese görmüş | * okumuş, öğrenim görmüş. |
mektepli | * Okula giden (kimse), öğrenci. * Okulda yetişmişolan, alaylıkarşıtı. |
mektepten çıkan eşek Marsuvan’dan çıkmaz | * yüksek öğrenim yapmışolsalar bile bazılarıhiç eğitilmemişgibi davranabilirler. |
mektubu dışından okumak | * bir kimsenin yüz çizgilerinden içinden geçeni anlamak. |
mektup | * Bir şey haber vermek, bir şey sormak veya istemek için, birine çoğunlukla posta yoluyla gönderilen, zarfa konulmuşyazılıkâğıt, name. |
mektup almak | * yazılan mektup adrese gelip ele geçmek. |
mektup atmak | * mektubu postaya vermek. |
mektupçu | * Osmanlılarda, bir resmî dairenin yazı işlerini yönetmekle yükümlü yüksek görevli kişi. * Bir il idaresinin yazı işlerini yöneten görevli. |
mektupçuluk | * Mektupçunun görevi. |
mektuplaşma | * Mektuplaşmak işi. |
mektuplaşmak | * Birbirine mektup yazmak. |
mektupüstü | * Mektubun gideceği adres. |
mel mel | * Aptal aptal, bön bön. * Üzgün üzgün, bel bel. |
mel mel bakmak | * aptal aptal veya üzgün üzgün bakmak. |
melâike | * Melekler. * Melek gibi güzel (kadın). |
melâl | * Can sıkıntısı, usanç. |
melâmet | * Kınama, ayıplama, azarlama, çıkışma. |
Melâmî | * Melâmîlik yanlısı olan kimse. |
Melâmîlik | * Her türlü gösterişve dünya kaygılarından uzak kalmayıöğütleyen Sünnî tarikatı. |
mel’anet | * Büyük kötülük, lânetlenecek işveya davranış. |
melânit | * Doğal demir ve kalsiyum silikat. |
melânkoli | * Kara sevda, malihulya. |
melânkolik | * Kara sevdaya tutulmuş, kara sevdalı. * Hüzün veren, hüzün belirtisi olan. |
melânurya | * İzmaritgillerden, gümüşrenkli, eti kılçıklı bir Akdeniz balığı(Sparus melanuiya). |
melâs | * Şeker üretiminde, billûrlaşan şeker alındıktan sonra kalan şekerli posa. |
melce | * Sığınak, barınak. |
melek | * Tanrı ile insan arasında aracılık yaptığına ve nurdan olduğuna inanılan manevî varlık. * Terbiyeli, uysal (kimse). |
melek gibi | * sessiz, sakin, çok temiz ve iyi huylu. |
melek otu | * Maydanozgillerden, su kenarlarında yetişen, çiçekleri yeşilimtırak beyaz çok yıllık bir bitki (Angelica sylvestris). |
meleke | * Tekrarlama sonucu kazanılan yatkınlık, alışkanlık. * Yeti. * Yelken makarası. |
melekler gibi | * günahsız, iyiliksever, iyi kalpli. |
melekût | * Ruhlar ve melekler âlemi. |
meleme | * Melemek işi. * Koyun veya keçi sesi. * Ağırkanlı, rahatına düşkün. |
melemek | * (koyun veya keçi) Bağırmak. |
melengiç | * Çitlembik. |
meles | * Beli çökük at. |
Kategoriler