muaşeret | * Birbiriyle toplumsal ilişkiler içinde bulunma. |
muaşeret adabı | * Görgü kuralları, adabımuaşeret. |
muattal | * İşlemez, kullanılmaz duruma gelmiş. * Boş, işsiz. |
muattar | * Itırlı, güzel kokulu. |
muavenet | * Yardım. |
muavenet etmek | * yardım etmek. |
muavin | * Yardımcı, yardım eden. * Bir görevlinin, bir yöneticinin işine yardım eden, yokluğunda yerini ve yetkilerini üzerine alan kimse. |
muavinlik | * Muavin olma durumu. * Muavinin görevi. |
muayede | * Bayramlaşma, birbirinin bayramınıkutlama. |
muayene | * Bir kimsenin hasta olup olmadığınıveya hastalığın nerede olduğunu araştırma. * Gözden geçirme, araştırma, yoklama. |
muayene etmek | * bir kimsenin hasta olup olmadığınıveya hastalığının nerede olduğunu araştırmak. * araştırmak, incelemek. |
muayene olmak | * hekimce bakılmak. |
muayeneci | * Araştıran, yoklayan kimse. |
muayenehane | * Hekimlerin hastalarınıkabul ettikleri yer. |
muayyen | * Belli, belirli; kesin olarak belirlenmiş. * Kararlaştırılan. |
muayyeniyet | * Belli olma durumu, bellilik. |
muazzam | * Çok büyük, çok iri, koskoca, koskocaman. * Alışılmışın sınırlarınıaşan. * Güçlü, önemli. |
muazzep | * Acı, sıkıntı, azap çeken. |
muazzep olmak | * acı, azap çekmek. |
muazzep etmek | * acı, azap çektirmek. |
muazzez | * Sayılan, saygıduyulan, sevgili, aziz. |
mubah | * Dince yapılmasında sakınca olmayan, yapılması günah veya sevap olmayan. * Yapılmasında sakınca görülmeyen. |
mubah görmek | * hoşgörmek, sakıncasız bulmak. |
mubassır | * Okullarda öğrencilerin durumu ile ilgilenen ve düzeni sağlamakla görevli kimse. |
mubayaa | * Satın alma. |
mubayaa etmek | * satın almak. |
mubayaacı | * Satın alan kimse. |
mucibince | * Gereğince. |
mucip | * Gerektiren, gerektirici. * Sebep. |
mucip olmak | * gerektirmek. |
mucip sebep | * Gerekçe. |
mucir | * Kiraya veren kimse. |
mucit | * Yeni bir buluşortaya koyan, icat eden kimse. * Yaratıcı, yaratan. |
mucize | * İnsanlarıhayran bırakan, tabiatüstü sayılan olay, tansık. * İnsan aklının alamayacağı olay. * Olağanüstü, şaşırtıcı. |
mucize göstermek | * olağanüstü bir olay yaratmak. |
mucize kabilinden | * umulmayan, beklenmeyen bir biçimde. |
mucizeli | * Mucize niteliği bulunan. |
mucuk | * Bir çeşit küçük sinek. |
mucur | * Kömür kırıntısı, mıcır. * Yol yapımında kullanılan taşkırıntısı. * Bir şeyin işe yaramayan bölümü. |
muço | * Gemilerde, küçük yaşta tayfa yamağı, miço. * Meyhaneci çırağı. |
mudarebe | * Bir yandan sermaye, öte yandan emek konularak kurulan şirket. |
mudi | * Emanet bırakan kimse. * (bankaya) Para yatıran kimse. |
mudil | * Karmaşık, güç, çetin. |
mufassal | * Ayrıntılı. |
mufla | * Cisimleri, aleve değdirmeden ateşin etkisine uğratmak için kullanılan büyük toprak kap. * Porselen fırını. |
muflon | * Yabanî koyun, argali. * Pardösülerin içine iliklenerek geçirilen bir çeşit çok kalın, eğreti astar. |
muflonlu | * İçinde keçe bulunan çok kalın, yumuşak, parlak tüylü kumaş. * Bu kumaşgeçirilerek yapılmışolan. |
mugaddi | * Besleyici, besleyen. |
mugalâta | * Yanıltacak söz, yanıltmaca. |
mugalâtacı | * Mugalâta yapan kimse. |
Kategoriler