mukaar | * İçbükey, obruk, konkav. |
mukabele | * Karşılık verme, karşılama, karşılık. * Karşılaştırma, karşılıklıyapılan okuma. * Karşı gelme, başkaldırma. * Camilerde Kur’an okunurken, hafızların da karşılık olarak ezbere Kur’an okumaları. |
mukabele etmek | * karşılık vermek, karşılıkta bulunmak. * karşı gelmek. |
mukabele okumak | * ramazanda, en çok camide yüksek sesle ezbere kur’an okumak. |
mukabeleci | * Camilerde Kur’an okuyan kimse. * Bürolarda temize çekilmişhesaplarımüsveddeleri ile karşılaştıran görevli. * Askerin yoklamasınıyapan kimse. |
mukabelede bulunmak | * karşılık vermek. |
mukabeleli | * Karşılığı olan, mukabelesi bulunan. |
mukabelesiz | * Karşılığı olmayan, mukabelesi bulunmayan. |
mukabil | * Bir şeye karşılık olarak yapılan, bir şeyin karşılığı olan. * Bir şeyin karşısında bulunan. * Karşılık. * Karşılık olarak, karşılığında. |
mukaddem | * Önce gelen, önceki. * Öncül. |
mukaddema | * Önce, evvelce, eskiden. |
mukaddeme | * Bkz. mukaddime. |
mukadder | * Yazgıda var olan, yazgı ile ilgili olan, alında yazılı olan. |
mukadderat | * Yazgı. |
mukaddes | * Kutsal. |
mukaddesat | * Kutsal sayılan her türlü inanç ve davranışlar. |
mukaddesatçı | * Kutsal tanınan şeylere aşırıölçüde bağlılık gösteren kimse. |
mukaddime | * Ön söz. * Bir olayın başlangıcı. |
mukaffa | * Kafiyeli, uyaklı. |
mukallit | * Taklitçi. |
mukallitlik | * Mukallit olma durumu, mukallidin işi. |
mukannen | * Belli, belirli, kesinleşmiş, şaşmaz. * Kanun durumuna gelmiş, kanunlaşmış. |
mukarenet | * Yaklaşma, kavuşma, bitişme. * Yakınlık. |
mukarrer | * Kararlaşmış, kararlaştırılmış. |
mukarrer bulunmak | * kararlaşmak. |
mukarrerat | * Alınan kararlar, kararlaştırılmışşeyler. |
mukassem | * Ayrılmış, bölünmüş. |
mukassi | * Sıkıntılı, sıkıntıverici, bunaltıcı. |
mukataa | * Kesim. |
mukataalı | * Kesime verilmiş(yer). |
mukattar | * Damıtılmış, damıtık. |
mukavele | * Sözleşme. |
mukavele yapmak | * sözleşmek. |
mukaveleli | * Sözleşmeli. |
mukavelename | * Sözleşme. |
mukavelesiz | * Sözleşmesiz. |
mukavemet | * Dayanma, karşıdurma, karşıkoyma, direnme, direniş, dayanırlık. * Direnç. |
mukavemet etmek | * direnmek, dayanmak, karşıkoymak. |
mukavemet göstermek | * direnmek, karşıkoymak. |
mukavemet koşusu | * 3-15 km arasındaki uzun mesafeli koşular. |
mukavemetçi | * Düşman saldırısına boyun eğmeyip her çeşit araçla karşı gelen yurtsever. * Uzun mesafe koşucusu. |
mukavemeti kırılmak | * direnci, gücü azalmak. |
mukavemetli | * Dayanıklı, güçlü, dirençli. |
mukavemetsiz | * Dayanıksız, güçsüz, dirençsiz. |
mukavim | * Dayanıklı, güçlü, dirençli. * Karşıkoyan, başkaldıran. |
mukavva | * Karton. * Bu kâğıttan yapılmış. |
mukavves | * Kavisli, eğri, eğmeçli. |
mukavvi | * Kuvvetledirici, güç katıcı. |
mukayese | * Benzeterek veya karşılaştırarak değerlendirme, karşılaştırma, kıyaslama. |
mukayese etmek | * karşılaştırmak, kıyaslamak. |
Kategoriler