name okumak | * herkesin bildiği deyimleri veya sözleri söylemek. |
namerde muhtaç olmak (veya namerde muhtaç bırakmak) | * güvenilmeyecek kimselerden yardım istemek zorunda kalmak (bırakmak). |
namert | * Korkak, alçak, mert olmayan. |
namertçe | * Korkakça, mert olmayan bir biçimde. |
namertlik | * Alçaklık, korkaklık. |
namevcut | * Mevcut olmayan, bulunmayan, yok. |
namınişanıkalmamak | * yok olup unutulmak. |
namına | * adına, kendisine. * yerine, olarak. |
Namibyalı | * Namibya halkından olan. |
namlı | * Ünlü, tanınmış. |
namlı | * Samanından ayrılmamışarpa, buğday yığını. |
namlışanlı | * Çok ünlü. |
namlu | * Tüfek, tabanca, top vb. ateşli silâhların ucunda bulunan boru biçimindeki parça. * Kasatura, kılıç, meç ve bıçak gibi kesici silâhların uzun ve keskin bölümü. |
namus | * Bir toplum içinde ahlâk kurallarına karşı beslenen bağlılık. * Dürüstlük, doğruluk. * Sililik, iffet. |
namus belâsı | * Namusunu ve halk arasındaki saygınlığınıkorumak için katlanılan sıkıntı. |
namus davası | * Namusuna dokunulan kişinin açtığıdava. * Onur meselesi. |
namus sözü | * Namus ve onur üzerine verilen söz, şeref sözü. |
namuskâr | * Namuslu, namusuna düşkün. |
namuslu | * Ahlâk kurallarına uygun olarak davranan. * Uygun, hilesiz, gereği gibi. |
namusluluk | * Namuslu olma durumu. |
namussuz | * Ahlâk kurallarına uygun olarak davranmayan, ahlâk kurallarınıçiğneyen. |
namussuzca | * Namussuz bir biçimde. |
namussuzluk | * Namussuz olma durumu veya namussuzca davranış. |
namusu iki paralık olmak | * biri onursuz bir duruma düşmek. |
namusu temizlenmek | * (bir işin içinden) kendi saygınlığınıyitirmeden çıkmak. |
namusuna dokunmak | * birinin namus ve onurunu olumsuz biçimde etkilemek. |
namusuna sinek kondurmamak | * kollamak, gözetlemek. * namusuna, onuruna lâf söylettirmemek. |
namusunu temizlemek | * ahlâk ve onuruna ters düşen bir durumdan kurtulmak için birini veya kendini öldürmek. |
namusuyla yaşamak | * ahlâk ve onuruna bağlıyaşamak. |
namünasip | * Uygunsuz. |
namüsait | * Uygun olmayan, elverişsiz. |
namütenahi | * Sonsuz, ucu bucağı olmayan. |
namütenahilik | * Sonsuz olma durumu. |
namzet | * Aday. * Sözlü, yavuklu. |
namzet göstermek | * bir işiçin aday belirleyip sunmak. |
namzetlik | * Namzet olma durumu, adaylık. |
nan | * Ekmek. |
nanay | * Yok. |
nane | * Ballı babagillerden, yapraklarısapsız, çiçekleri beyaz veya menekşe renginde, ıtırlı, çok yıllık ve otsu bir kültür bitkisi (Mentha piperita). |
nane likörü | * İçine nane esansıkatılarak yapılan likör. |
nane ruhu | * Nane yapraklarından çıkarılan esans. |
nane suyu | * İçinde nane ruhu eritilmişsu. |
nane şekeri | * Nane ruhu karıştırılarak yapılan bir çeşit şeker. |
nane yemek | * yakışıksız bir davranışta bulunmak, uygunsuz bir işyapmak. |
naneli | * Nanesi olan. * İçinde nane ruhu olan. |
nanemolla | * Güçsüz, dayanıksız (kimse). * Çok sık hastalanan, sağlıksız (kimse). * İşten kaçınan, üşengeç. |
nanesiz | * Nanesi olmayan. |
nanıaziz | * Tanrıtarafından ihsan edilen, besin olarak verilen nimet. * En kutsal yiyecek. |
nanik | * Başparmağı burna değdirip öteki parmaklarıaçarak ve sallayarak yapılan alay işareti. |
nanikleme | * Naniklemek işi. |
Kategoriler