Kategoriler
O SÖZLÜK Türkçe Sözlük

Türkçe Sözlük O Sayfa 14

oradan buradan * belli bir sıra gözetmeksizin, karışık olarak.
orak * Ekin biçmekte kullanılan, yarım çember biçiminde yassı, ensiz ve keskin metal bir bıçakla, buna bağlı bir
saptan oluşan ekin biçme aracı.
* Ekin biçme zamanı.
orak ayı * Temmuz.
orak böceği * Ağustos böceği.
orakçı * Orakla ekin biçen kimse.
orakçılık * Orakçının işi.
oraklaşma * Oraklaşmak işi veya durumu.
oraklaşmak * Orak biçimini almak.
oralarda olmamak * işi sezmemişgibi davranmak, anlamamazlıktan gelmek.
oralı * O yerden olan.
oralı olmamak (veya oralı bile olmamak) * önemsememek, umursamamak, aldırmamak, ilgilenmemek.
oralılık * Oralı olma durumu.
oramiral * Deniz kuvvetlerinde, kara kuvvetlerindeki orgeneralin dengi olan en yüksek rütbeli amiral.
oramirallik * Oramiral rütbesi.
* Oramiral makamıve görevi.
oran * Büyüklük, nicelik, derece bakımından iki şey arasında veya parça ile bütün arasında bulunan bağıntı, nispet.
* İki şeyin birbirini tutması, karşılıklıuygunluk, tenasüp.
* Akıl yoluyla gerçeğe yakın olduğuna inanılarak verilen yargı, tahmin.
* İki büyüklük, iki nicelik arasındaki bağıntı.
oran dışı * İki tam sayının bölümü olmayan (sayı).
oranca * Oran bakımından, orana göre.
orangutan * Sumatra ve Borneo’da yaşayan, insana benzeyen, yemişle beslenen bir cins maymun (Pongo pygmaeus).
oranla * Herhangi bir şeye göre, herhangi bir şeyle kıyaslayarak, nispeten.
oranlama * Oranlamak işi, tahmin, kıyas.
oranlamak * Ölçmek, hesaplamak, hesap etmek.
* Akıl yoluyla gerçeğe yakın olduğuna inanılarak hüküm vermek, tahmin etmek.
* Karşılaştırmak, kıyaslamak.
* Eşit tutmak.
oranlı * Kendinde oran bulunan, nispetli, mütenasip, mütevazin.
oransız * Kendinde oran bulunmayan, nispetsiz.
oransızlık * Oransız olma durumu, nispetsizlik.
orantı * Bir şeyi oluşturan parçaların kendi aralarında ve parçalarla bütün arasında bulunan uygunluk, oran,
tenasüp.
* Birincinin ikinciye oranı, üçüncünün dördüncüye oranına eşit olan dört terim arasındaki bağıntı.
orantılama * Orantılamak işi veya durumu.
orantılamak * Orantılı olarak düşünmek veya değerlendirmek.
orantılanma * Orantılanmak işi veya durumu.
orantılanmak * Orantılı olarak düşünülmek.
orantılı * Bir orantıyla ilgili olan, aralarında orantı bulunan, mütenasip.
* Bir niceliğin iki, üç, … kez çoğalmasıveya azalması başka bir niceliğin o nispette çoğalmasınıveya
azalmasını gerekli kılarsa “bu iki nicelik birbiriyle orantılıdır” denir.
orası * O yer, ora.
* O yönü.
orasısenin, burası benim dolaşmak (veya gezmek) * durmadan gezip dolaşmak.
orasına burasına * dağınık olarak, gelişigüzel.
oratoryo * Solo sesler, koro ve orkestra için yazılmış, oyun ögesi bulunmayan, kutsal nitelikte müzik eseri.
oraya * O yere, o yöne.
orcik * Şeker ile kaplanmış ceviz içi.
ordinaryüs * Türk üniversitelerinde 1960 öncesinde, en az beşyıl profesörlük yapmış, bilimsel çalışmalarıyla kendini
tanıtmışöğretim üyeleri arasından seçilerek bir kürsünün yönetimiyle görevlendirilen kimselere verilen unvan.
ordinat * Bir noktanın uzaydaki yerini belirtmeye yarayan çizgilerden biri; en çoğu apsise dikey olarak çizilir. 343
koordinat.
ordino * Bir poliçenin arkasına ciro edildiği kişiye ödenmesi için yazılan havale emri.
* Tüccarın malını gümrükten çekebilmesi için vapur kumpanyasından yük konşimentosuna karşılık verilen
havale.
* Denizcilik işletmelerinde gemi adamlarını gemilere atama belgesi.
ordonat * Silâhlıkuvvetlerin savaşgereçlerini, araçlarınıve bunlara benzer her türlü ihtiyaçlarını sağlamakla görevli
sınıf (ordu donatım işleri sözünün kısaltması).
ordövr * Yemekten önce sofraya getirilen soğuk yiyecekler, çerez, meze.
ordövr arabası * Ordövlerin servisinde kullanılan küçük el arabası.
ordövr tabağı * İçine genellikle soğuk mezelerin konduğu özel olarak hazırlanmıştabak.
ordu * Bir devletin silâhlıkuvvetlerinin tümü.
* Bu topluluğun başlıca bölümlerinden her biri.
* Amaç, nitelik vb. yönlerden benzeyen insanların bütünü.
* Çok sayıda insan, kalabalık.
ordu donatım * Ordonat.
ordu evi * Kara, deniz ve hava subay ve astsubaylarının buluştukları, sosyal ihtiyaçlarınıkarşılayabilecek biçimde
yapılmışlokal veya yapı.
ordu komutanı * Bir orduya komuta eden ve genellikle orgeneral rütbesinde olan asker.
ordu merkezi * Ordu karargâhının bulunduğu yer.
ordubozan * Mızıkçı, dönek, oyunbozan.
* Fesat çıkaran, fesatçı.
* Bacaklardaki varis hastalığı.
ordubozanlık * Ordubozan olma durumu, fesatçılık, mızıkçılık.

Bir yanıt yazın