oradan buradan | * belli bir sıra gözetmeksizin, karışık olarak. |
orak | * Ekin biçmekte kullanılan, yarım çember biçiminde yassı, ensiz ve keskin metal bir bıçakla, buna bağlı bir saptan oluşan ekin biçme aracı. * Ekin biçme zamanı. |
orak ayı | * Temmuz. |
orak böceği | * Ağustos böceği. |
orakçı | * Orakla ekin biçen kimse. |
orakçılık | * Orakçının işi. |
oraklaşma | * Oraklaşmak işi veya durumu. |
oraklaşmak | * Orak biçimini almak. |
oralarda olmamak | * işi sezmemişgibi davranmak, anlamamazlıktan gelmek. |
oralı | * O yerden olan. |
oralı olmamak (veya oralı bile olmamak) | * önemsememek, umursamamak, aldırmamak, ilgilenmemek. |
oralılık | * Oralı olma durumu. |
oramiral | * Deniz kuvvetlerinde, kara kuvvetlerindeki orgeneralin dengi olan en yüksek rütbeli amiral. |
oramirallik | * Oramiral rütbesi. * Oramiral makamıve görevi. |
oran | * Büyüklük, nicelik, derece bakımından iki şey arasında veya parça ile bütün arasında bulunan bağıntı, nispet. * İki şeyin birbirini tutması, karşılıklıuygunluk, tenasüp. * Akıl yoluyla gerçeğe yakın olduğuna inanılarak verilen yargı, tahmin. * İki büyüklük, iki nicelik arasındaki bağıntı. |
oran dışı | * İki tam sayının bölümü olmayan (sayı). |
oranca | * Oran bakımından, orana göre. |
orangutan | * Sumatra ve Borneo’da yaşayan, insana benzeyen, yemişle beslenen bir cins maymun (Pongo pygmaeus). |
oranla | * Herhangi bir şeye göre, herhangi bir şeyle kıyaslayarak, nispeten. |
oranlama | * Oranlamak işi, tahmin, kıyas. |
oranlamak | * Ölçmek, hesaplamak, hesap etmek. * Akıl yoluyla gerçeğe yakın olduğuna inanılarak hüküm vermek, tahmin etmek. * Karşılaştırmak, kıyaslamak. * Eşit tutmak. |
oranlı | * Kendinde oran bulunan, nispetli, mütenasip, mütevazin. |
oransız | * Kendinde oran bulunmayan, nispetsiz. |
oransızlık | * Oransız olma durumu, nispetsizlik. |
orantı | * Bir şeyi oluşturan parçaların kendi aralarında ve parçalarla bütün arasında bulunan uygunluk, oran, tenasüp. * Birincinin ikinciye oranı, üçüncünün dördüncüye oranına eşit olan dört terim arasındaki bağıntı. |
orantılama | * Orantılamak işi veya durumu. |
orantılamak | * Orantılı olarak düşünmek veya değerlendirmek. |
orantılanma | * Orantılanmak işi veya durumu. |
orantılanmak | * Orantılı olarak düşünülmek. |
orantılı | * Bir orantıyla ilgili olan, aralarında orantı bulunan, mütenasip. * Bir niceliğin iki, üç, … kez çoğalmasıveya azalması başka bir niceliğin o nispette çoğalmasınıveya azalmasını gerekli kılarsa “bu iki nicelik birbiriyle orantılıdır” denir. |
orası | * O yer, ora. * O yönü. |
orasısenin, burası benim dolaşmak (veya gezmek) | * durmadan gezip dolaşmak. |
orasına burasına | * dağınık olarak, gelişigüzel. |
oratoryo | * Solo sesler, koro ve orkestra için yazılmış, oyun ögesi bulunmayan, kutsal nitelikte müzik eseri. |
oraya | * O yere, o yöne. |
orcik | * Şeker ile kaplanmış ceviz içi. |
ordinaryüs | * Türk üniversitelerinde 1960 öncesinde, en az beşyıl profesörlük yapmış, bilimsel çalışmalarıyla kendini tanıtmışöğretim üyeleri arasından seçilerek bir kürsünün yönetimiyle görevlendirilen kimselere verilen unvan. |
ordinat | * Bir noktanın uzaydaki yerini belirtmeye yarayan çizgilerden biri; en çoğu apsise dikey olarak çizilir. 343 koordinat. |
ordino | * Bir poliçenin arkasına ciro edildiği kişiye ödenmesi için yazılan havale emri. * Tüccarın malını gümrükten çekebilmesi için vapur kumpanyasından yük konşimentosuna karşılık verilen havale. * Denizcilik işletmelerinde gemi adamlarını gemilere atama belgesi. |
ordonat | * Silâhlıkuvvetlerin savaşgereçlerini, araçlarınıve bunlara benzer her türlü ihtiyaçlarını sağlamakla görevli sınıf (ordu donatım işleri sözünün kısaltması). |
ordövr | * Yemekten önce sofraya getirilen soğuk yiyecekler, çerez, meze. |
ordövr arabası | * Ordövlerin servisinde kullanılan küçük el arabası. |
ordövr tabağı | * İçine genellikle soğuk mezelerin konduğu özel olarak hazırlanmıştabak. |
ordu | * Bir devletin silâhlıkuvvetlerinin tümü. * Bu topluluğun başlıca bölümlerinden her biri. * Amaç, nitelik vb. yönlerden benzeyen insanların bütünü. * Çok sayıda insan, kalabalık. |
ordu donatım | * Ordonat. |
ordu evi | * Kara, deniz ve hava subay ve astsubaylarının buluştukları, sosyal ihtiyaçlarınıkarşılayabilecek biçimde yapılmışlokal veya yapı. |
ordu komutanı | * Bir orduya komuta eden ve genellikle orgeneral rütbesinde olan asker. |
ordu merkezi | * Ordu karargâhının bulunduğu yer. |
ordubozan | * Mızıkçı, dönek, oyunbozan. * Fesat çıkaran, fesatçı. * Bacaklardaki varis hastalığı. |
ordubozanlık | * Ordubozan olma durumu, fesatçılık, mızıkçılık. |
Kategoriler