otuzluk | * Yaşı otuz civarında olan. * İçinde otuz âdet bulunan. * Otuz lira değerinde olan. |
otuzuncu | * Otuz sayısının sıra sıfatı; sırada yirmi dokuzuncudan sonra gelen. |
ova | * Çevrelerine göre çukurda kalmış, çoğunlukla alüvyonla örtülü, eğimi az, akarsuların derine gömülmemiş olduğu, genellikle genişveya dar düzlük, yazı. |
oval | * Yumurta biçiminde olan, yumurtamsı, sobe, beyzi. * Kapalı, dış bükey ve uzunca bütün eğriler, özellikle elips gibi iki simetri ekseni olan (simetrik eğri). |
ovalama | * Ovalamak işi. |
ovalamak | * Ellerini bir şeye veya birbirine sürtmek. * Sertçe ovmak. * Ezmek veya ufak parçalara ayırmak. |
ovalanma | * Ovalanmak işi. |
ovalanmak | * Ovalamak işine konu olmak. * Kendi kendini ovmak. |
ovalatma | * Ovalatmak işi. |
ovalatmak | * Ovalamak işini başkasına yaptırmak. |
ovalı | * Ovada yaşayan, ova halkından olan. |
ovalık | * Ovası olan, ovalarla kaplı. |
ovasız | * Ovası olmayan. |
ovdurma | * Ovdurmak işi. |
ovdurmak | * Ovmak işini yaptırmak. |
ovdurtma | * Ovdurtmak işi. |
ovdurtmak | * Ovdurmak işini birine yaptırmak. |
ovma | * Ovmak işi. |
ovmaç | * Hamuru ovalayarak yapılmışkırıntılarla pişirilmis çorba. * Taze tarhana. |
ovmak | * Bir şeyin üzerine bastırarak el gezdirmek. * Bir temizleyiciyle bir yeri veya bir şeyi kuvvetle sürterek temizlemek. |
ovogon | * Alg, mantar gibi ilkel bitkilerde dişi cinslik hücresi. |
ovogon dağarcığı | * Çiçeksiz bitkilerin çoğunda üreme organlarını barındıran boşluk. |
ovolit | * İç içe mineral kabuklardan oluşan balık yumurtası biçiminde kalker. |
ovulma | * Ovulmak işi. |
ovulmak | * Ovmak işine konu olmak. |
ovunma | * Ovunmak işi. |
ovunmak | * Kendi kendini ovmak. |
ovuşmak | * Ovuşturmak işi. |
ovuşturma | * Ovuşturmak işi. |
ovuşturmak | * Bir şeyi bastırarak başka bir şey üzerinden geçirmek. * (el için) Birbirine sürtmek. |
oy | * Bir toplantıya katılanların, bir sorunla ilgili birkaç seçenekten birini tercih etmesi, rey. * Bu tercihi belirten işaret, söz veya yazı. |
oy birliği | * Bir toplantıda oylamaya katılan bütün üyelerin aynıyönde oy kullanması. |
oy birliği ile | * oylamaya katılan bütün üyeler aynıyönde birleşerek. |
oy çokluğu | * Oylamaya katılanların yarıdan fazlasının aynıyönde oy kullanmaları. |
oy hakkı | * Kişilere tanınan oy verme yetkisi. |
oy sandığı | * Seçimlerde oy kâğıtlarının içine atıldığımühürlü sandık. |
oy vermek (veya oyunu kullanmak) | * bir sorun üzerindeki görüşünü belirtmek, rey vermek. |
oya | * Genellikle ipek ibrişim kullanarak iğne, mekik, tığveya firkete ile yapılan ince dantel. |
oya çiçeği | * Koyu menekşe veya pembe renkte çiçekler açan süs bitkisi (Lagerstroemia indica). |
oya gibi | * ince, güzel, zarif. |
oya koymak | * bir konuda sonucu belirlemek için oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluğun görüşünü almak. |
oyacı | * Oya yapan veya satan kimse. |
oyacılık | * Oya yapma ve satma işi. |
oyalama | * Oyalamak işi. |
oyalamak | * Belirli bir süre birinin dikkat ve ilgisini başka bir şey üzerine çekmek, meşgul etmek. * Vakit kazanmak için aldatmak. * Eğlendirmek, hoşça vakit geçirtmek. |
oyalamak | * Oya ile süslemek. |
oyalandırma | * Oyalandırmak işi veya durumu. |
oyalandırmak | * Oyalanmasına yol açmak, oyalanmasını sağlamak. |
oyalanma | * Oyalanmak işi. |
oyalanmak | * Oyalamak işine konu olmak. * Kendi kendini oyalamak. * Boşuna zaman harcamak, vakit geçirmek. |
Kategoriler