zehir zıkkım | * Son derece ağır, acı. |
zehir zıkkım olsun | * ilenme olarak kullanılır. |
zehirleme | * Zehirlemek işi veya durumu. |
zehirlemek | * Öldürmek amacıyla (yedirmek, içirmek vb. yollarla) zehir vermek, ağılamak. * Birine zararlıdüşünceler, zararlıduygular aşılamak. |
zehirlenme | * Zehirlenmek durumu. * Yılan, arıvb. sokmasısonucu görülen hastalık. |
zehirlenmek | * Zehirlemek işi yapılmak veya zehirlemek işine konu olmak, ağılanmak. * Zararlıdüşünceler edinmek. |
zehirli | * Zehiri olan. * Zararlı(duygu, düşünce vb.). |
zehirli gaz | * Zehirleyici özelliği bulunan gaz. |
zehirlilik | * Zehirli olma durumu. |
zehirsiz | * Zehirli olmayan. |
zehretme | * Zehretmek durumu. |
zehretmek | * Tatsızlık çıkarıp üzüntüye yol açmak, bunaltmak, acıvermek, sıkmak, üzmek. |
zehrolma | * Zehrolmak durumu. |
zehrolmak | * Zevk almak umulurken üzüntü ile karşılaşmak. |
zekâ | * İnsanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamı, anlak, dirayet, zeyreklik, feraset. |
zekâ bölümü | * Bir kimsenin zihin gücünün hangi düzeyde bulunduğunu gösteren değer. |
zekâ geriliği | * Türlü sebeplerle zihnin görevini yapmakta gösterdiği sürekli yavaşlama, duraklama ve gerileme durumu. |
zekâ testi | * Bir kimsenin doğal yeteneğini veya genel yaşantılar yoluyla gelişen kişiliğini ölçmek için hazırlanmışolan testler. |
zekâ yaşı | * Bir zekâ testinden elde edilen puanın, o zekâ testinin ortalamasına göre gösterdiği yer. |
zekâ yeteneği | * Bir kimsenin zihin gücü ve kabiliyeti. |
zekât | * Müslümanlıkta, sahip olunan mal ve paranın kırkta birinin, her yıl sadaka olarak dağıtılmasınıöngören İslâmın beşşartından biri. |
zekât vermek | * Müslümanlıkta, sahip olunan mal ve paranın kırkta birlik payınısadaka olarak dağıtmak. |
zekâvet | * Çabuk anlama ve kavrama, zeyreklik, zekâ. |
zeker | * Erkeklik organı, kamış. |
Zekeriya sofrası | * Bir dileğin gerçekleşmesi için kırk çeşit yiyecekle hazırlanan sofra. |
zeki | * Anlama, kavrama yeteneği olan, zekâsı olan, anlak, zeyrek. * Çabuk ve kolay kavrayan. * Zekâ varlığı gösteren. |
zekice | * Zeki olarak, zekiye uygun bir biçimde. |
zelil | * Hor görülen, aşağıtutulan, aşağılanan. |
zelil etmek | * aşağılamak, hor görmek, önem ve değer vermemek. |
zelil olmak | * hor görülmek, aşağılanmak. |
zelve | * Çift öküzünün boyunduruktan çıkmaması için boynunun iki yanından boyunduruğa, aşağıya doğru geçirilen çubuk. |
zelzele | * Deprem. |
zem | * Bir kimseyi kötüleme, yerme, yergi. |
zembereği boşalmak (veya boşanmak) | * zembereği kurulmaz duruma gelmek. * kendini tutamayarak uzun uzun ve sesli gülmek. |
zemberek | * Saatlerin çeşitli parçalarını harekete geçiren yay. * Kapılara takılan yaylıkapama düzeneği. * Hayvan sırtında taşınabilen küçük top. * Çelik veya pirinçten yapılmışok. |
zemberek gibi | * birdenbire, âniden. |
zemberek kurulmak | * durum kızışmak. |
zemberek kutusu | * Zembereği muhafaza etmek için yapılan kutu. |
zemberek otu | * Atkuyruğu. |
zemberekçi | * Yeniçerilerin zemberek kullanan askerlerine verilen ad. |
zemberekli | * Zembereği olan. |
zembil | * Hasırdan örülmüşsaplıtorba. |
zembil otu | * Buğdaygillerden, ayrık otuna benzeyen, çorak yerlerde yetişen bitki (Briza). |
zemheri | * Kışın en şiddetli zamanı, kara kış. |
zemheri zürafası | * Kışın ince giysi ile gezenler için söylenir. |
zemin | * Taban, döşeme, yer. * Kumaş, süslü kâğıt, halı, yer muşambası, tablo gibi desenli nesnelerde, biçimlerin üzerinde yer aldığırenk. * Temel, dayanak. * Yeryüzü, dünya. |
zemin hazırlamak | * uygun ortam yaratmak. |
zemin kat | * Bkz. zemin katı. |
zemin katı | * Yer katı. |
zemin ve zamana uygun | * konuya, içinde bulunulan şartlara uygun. |
Kategoriler