aysız | * Ay ışığı olmayan (gökyüzü, gece). |
ayşekadın | * Kılçıksız, lezzetli bir tür taze fasulye. |
aytışma | * Aytışmak işi. |
aytışmak | * Atışmak, tartışmak, münakaşa etmek. * Halk şairleri belli bir ayak çerçevesinde karşılıklıatışmak. |
ayva | * Gülgillerden, çiçekleri iri ve pembe, yapraklarının altıtüylü, orta yükseklikte bir ağaç (Cydonia vulgaris). * Bu ağacın büyük, sarırenkte, tüylü, mayhoş, dokusu sertçe, ufak çekirdekli meyvesi. |
ayva göbekli | * göbeği çukur olan (kimse). |
ayva hoşafı | * Ayvadan yapılan hoşaf. |
ayva kompostosu | * Ayvadan yapılan komposto. |
ayva marmelâdı | * Ayva ve şekerden yapılan ezme. |
ayva reçeli | * Ayva ve şekerden yapılan kokulu reçel. |
ayva tüyü | * Vücuttaki ince, sarıtüyler. |
ayvadana | * Yüksekliği 15-70 cm , sık tüylü, soluk sarıçiçekli, çok yıllık ve otsu bir bitki (Achillea nobilis). |
ayvalık | * Ayva ağaçlarının çok bulunduğu yer. |
ayvan | * Teras, sundurma. * Bir tarafıdışarıya açık olan oda. |
ayvayıyemek | * kötü duruma düşmek, işi bozulmak. |
ayvaz | * Büyük konaklarda mutfak ve yemek hizmetlerinde çalıştırılan uşak. * Koca, erkek, eş. |
ayvaz kasap hep bir hesap | * ha öyle ha böyle, ikisi de bir. |
ayvazlık | * Ayvazın görevi. |
ayyar | * Dolandırıcı, hilekâr. |
ayyarlık | * Dolandırıcılık. |
ayyaş | * İçkiye düşkün, içkici, içken, bekri. |
ayyaşlık | * Ayyaşolma durumu. |
ayyuk | * Göğün en yüksek yeri. * Göğün kuzey yarım küresinde bulunan bir takım yıldızın en parlak yıldızı. |
ayyuka çıkmak | * (ses için) yükselmek. * (dedikodu için) herkesçe duyulmak, yayılmak. |
Az | * Azot’un kısaltılması. Bu gaz N kısaltması ile de gösterilir. |
az | * Alışılmışolandan, umulandan veya gerekenden eksik, çok karşıtı. * Nicelik, güç, nitelik, süre bakımından eksiklik bildirir. |
az az | * Uzun süreli, yavaşyavaş. * Küçük ölçülerle. |
az buçuk | * Bir parça, biraz. |
az bulmak | * yeterli görmemek, az saymak, azımsamak. |
az buz olmamak | * (bir şey) azımsanacak kadar olmak. |
az çok | * Bir parça, oldukça. |
az daha | * az kalsın, neredeyse. |
az değil! | * birinin herhangi bir karakter bakımından göründüğü gibi olmadığınıanlatmak için söylenir. |
az gelişmiş | * gelişmesi gecikmişolan. * eğitim düzeyi düşük kalmış, üretimi daha çok ilkel tarıma dayanan, doğal kaynaklarını gereğince değerlendiremeyen (ülke). |
az gelmek | * yetmemek, daha çok istemek. |
az görmek | * umduğundan eksik bulmak. * azımsamak. |
az günün adamı olmamak | * çok yaşamış, çok görmüş bulunmak. |
az kaldı(veya az kalsın) | * bir işin olması, gerçekleşmesi, bitmesi çok yakınken olmadığınıanlatır. |
az tamah çok ziyan getirir | * hırslıve pinti insan her zaman zararlıçıkar. |
aza | * Organlar, vücut parçaları. * Üye. * Vücut parçası, organ. |
aza çoğa bakmamak | * olanla yetinmek. |
aza sormuşlar: “nereye?” “çoğun yanına” demiş | * küçük kazançların bile hep varlıklıkimselere düştüğü inancını belirtir. |
azade | * Başı boş, erkin, serbest. * Başı boş, erkin, serbest olarak gürültüden azade yaşamak. |
azade azade | * bir şeyden kurtulmuş, uzak. |
azadelik | * Azade olma durumu, serbestlik. |
azalma | * Azalmak işi, eksilme, tenakus. |
azalmak | * Az denecek bir miktara inmek veya eskisinden az bir duruma gelmek. * Etkisini yitirmek, hafiflemek. |
azaltma | * Azaltmak işi. |
azaltmak | * Az denecek bir miktara indirmek veya eskisinden az bir duruma getirmek, kırmak. * Etkisini yitirmesine sebep olmak, hafifletmek. |
azamet | * Ululuk, büyüklük. * Gurur. * Görkem, heybet. * Debdebe. * Çalım, kurum, tekebbür. |
Kategoriler