ağdalık | * Pekmez yapmaktan başka işe yaramayan üzüm. |
ağdırma | * Ağdırmak işi. |
ağdırmak | * Ağmasına sebep olmak. * Aşağı inmek, yük veya terazide denge bozularak bir yanıağır gelmek. |
ağı | * Organizmaya girince kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarına göre canlıyıöldürebilen madde, zehir. |
ağıağacı | * Zakkum. |
ağıçiçeği | * Zakkum. |
ağı gibi | * acıveren, çok etkileyen. * çok sert, keskin. |
ağı otu | * Baldıran. |
ağıl | * Koyun ve keçi sürülerinin gecelediği, çit veya duvarla çevrili yer. * Bazıyıldızların, özellikle ayın çevresinde görülen genişve aydınlık teker, ayla, hale. * Bazı görüntülerdeki çok ışıklıcisimleri çevreleyen ışıklıteker. |
ağılama | * Ağıverme, zehirleme. |
ağılamak | * Ağıvermek, zehirlemek. * (bir şeye), Ağıkatmak. |
ağılandırma | * Ağılandırmak işi. |
ağılandırmak | * Ağılıduruma getirmek. |
ağılanma | * Ağılanmak işi. |
ağılanmak | * Bilmeden veya farkında olmadan zehirli bir şey yemek veya içmekle zehirlenmek. |
ağılaşma | * Ağılaşmak durumu. |
ağılaşmak | * Ağılıduruma gelmek. |
ağılda oğlak doğsa ovada otu biter | * Tanrıher yarattığının rızkınıverir. |
ağılı | * İçinde ağı bulunan, zehirli. |
ağılı böcek | * Kın kanatlılardan, başka böcekleri yemesi bakımından yararlı bir böcek. (Carabus). |
ağıllanma | * Ağıllanmak durumu. |
ağıllanmak | * Toplanıp bir arada durmak. * Çevresinde ağıl denen hale oluşmak, halelenmek. |
ağım | * Ayağın üstündeki tümsek yer. |
ağımlı | * Üstü aşırıtümsek olan (ayak). |
ağına düşürmek | * tuzağına düşürmek. |
ağınma | * Ağınmak işi. |
ağınmak | * (hayvan) Yere yatıp yuvarlanmak. |
ağır | * Tartıda çok çeken, hafif karşıtı. * Davranışlarıyavaşolan. * Değeri çok olan, gösterişli. * Çapı, boyutları büyük. * Çetin, güç. * Tehlikeli, korkulu, vahim. * Sıkıntıveren, bunaltıcı. * Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı. * Yavaş. * Ağırbaşlı, ciddî. * (koku için) Keskin, boğucu. * (yiyecek için) Sindirimi güç. * Yoğun. * (uyku için) Uyanılması güç, derin. * Kısık, alçak. * Güç işiten, sağır. * Ağır siklet. |
ağır ağır | * Acele etmeden. * Fazlasıyla. |
ağır aksak yürümek (veya gitmek) | * pek yavaşolarak. |
ağır almak | * bir işte yavaşdavranmak. |
ağır araç | * Ağır vasıta. |
ağır ayak | * Doğurmasıyakın (gebe kadın). |
ağır basmak | * ağırlığıfazla gelmek. * bir işte gücü ve etkisi üstün gelmek. |
ağır basmak | * gücü, etkisi veya özelliği daha üstün ve belirgin olmak. * bir işte gücü ve etkisi üstün gelmek. |
ağır basmak | * bir kimse kâbusa uğramak. |
ağır canlı | * Çok yavaşişyapan, çevik olmayan. * Varlığısıkıntıveren sevimsiz. * Tembel. * Gebe (kadın). |
ağır canlılık | * Hareketlerin yavaşolması, hımbıllık, tembelce davranış biçimi. |
ağır ceza | * Ağır hapis ve beşyıldan yukarı olan hapis cezaları. |
ağır çekmek | * tartıda ağır gelmek. |
ağır durmak | * ciddî, ağırbaşlı, oturaklı, soğukkanlı hareket etmek. |
ağır elli | * Bkz. eli ağır. |
ağır ellilik | * Eli ağır olma durumu. |
ağır ezgi | * Çok ağır, yavaşyavaş, ahenkli. |
ağır gelmek | * gücüne gitmek, onuruna dokunmak. * yapılması güç gelmek. |
ağır hapis cezası | * 2-24 yıl veya ömür boyu hapis cezası. |
ağır hastalık | * Ölümle sona erebilecek gibi olan hastalık. |
ağır hidrojen | * Döteryum. |
ağır iş | * Büyük tehlikeler yaratan ve fazla güç isteyen her türlü iş. |
ağır işitmek (veya duymak) | * kulakları iyi işitmemek, kulaklarıaz işitmek. |
Kategoriler