akortlu | * Akordu olan, akort edilmiş. |
akortsuz | * Akordu olmayan, akort edilmemiş. * Birbirini tutmayan, uyumsuz. |
akortsuzlaştırmak | * Radyoda bir ayar frekansında sapma meydana getirmek. |
akortsuzluk | * Ses düzensizliği veya ayarsızlığı. * Radyoda gerçek ayar frekansı ile doğru değeri arasındaki sapma. |
akraba | * Kan veya evlilik yoluyla birbirine bağlı olan kimseler, hısım. * Oluşma yönünden aynıkaynağa dayanan şeyler. * Biri, diğerinin sonucu olan şeyler. |
akraba çıkmak | * önceden tanışmadan veya bilmeden konuşarak akraba olduklarınıanlamak. |
akraba diller | * Aynıana dilden gelen diller. |
akraba olmak | * evlilik yoluyla yakınlık kurmak. |
akrabalık | * Akraba olma durumu. |
akran | * Yaşça denk, yaşıt, boydaş, öğür. |
akranlık | * Akran olma durumu, yaşıtlık. |
akreditif | * Belirli bir nicelikteki para için, bir bankanın yükümlülüğü altında, üçüncü bir kişi yararına bir başka bankada veya aracısında açtırılan kredi. * Kredi mektubu. |
Akrep | * Zodyak üzerinde Terazi ile Yay burçlarıarasında yer alan burç. Zodyak. |
akrep | * Akreplerden, sıcak ve nemli yerlerde yaşayan, kıvrık ve kalkık kuyruğunda zehirli bir iğnesi olan böcek (Scorpio). * Saatin iki ibresinden küçüğü. |
akrep gibi | * her fırsatta sözleriyle başkalarını incitme veya onlara kötülük etme durumunda olan. |
akrepler | * Örümceğimsilerin, örneği akrep olan takımı. |
akrobasi | * Cambazlık, akrobatlık. |
akrobat | * Cambaz. |
akrobatlık | * Cambazlık. |
akromatik | * Beyaz ışığıçözümlemeden geçiren, renksemez. * Hücrede boyayıkabul etmeyen (bölüm). |
akromatik iğiplik | * Mitozun ilk evresi sonunda bütün hücrelerde beliren ve hücre boyalarıyla pek boyanamayan iğbiçimindeki oluşum. |
akromatin | * Hücre çekirdeği içindeki ince iplikçiklerden yapılmış, kromatin ile boyanmamışolan kromozomları oluşturan bölüm. |
akromatopsi | * Bkz. renk körlüğü. |
akromegali | * Genel gelişme bittikten sonra el, çene, burun gibi vücudun sivri kısımlarındaki kemiklerin kalınlaşması, büyümesi veya uzaması. |
akropol | * Eski Yunan şehirlerinde, en önemli yapıların ve tapınakların bulunduğu iç kale. |
akrostiş | * Her dizenin ilk harfi yukarıdan aşağıya doğru okununca ortaya bir söz çıkacak biçimde düzenlenmiş manzume, muvaşşah, tevşih. |
aks | * Dingil. |
aksak | * Aksayan, hafifçe topallayan. * İyi gitmeyen, iyi işlemeyen. * Türk müziğinde oldukça kıvrak bir usul. * Eski Yunan ve Lâtin şiir ölçüsünde, sondan bir önceki hecesi kısa olacak yerde uzun olan dize. |
aksak eşekle yüksek dağa çıkılmaz | * eksik araçlarla sağlıklı işyapılmaz. |
aksakal | * Köyün veya mahallenin ihtiyar heyetinde olan kimse. * Ermiş, evliya. |
aksaklık | * Aksak olma durumu. |
aksam | * Kısımlar. |
aksama | * Aksamak işi. |
aksamak | * Hafif topallamak. * (bir iş) Gereği gibi yürümemek, geri kalmak. |
aksan | * Bir ülkenin insanlarına veya bir çevreye özgü söyleyişözelliği. * Vurgu, kelime vurgusu, grup vurgusu. |
aksanı bozuk | * Bir dildeki kelimeleri doğru söyleyemeyen. |
aksata | * “alma ve verme” Alışveriş. |
aksatış | * Aksatmak işi veya biçimi. |
aksatma | * Aksatmak işi. |
aksatmak | * Aksamasına yol açmak, bir işi gereği gibi yürütmemek. |
aksayış | * Aksamak işi veya biçimi. |
akse | * Hastalık nöbeti, kriz. |
aksedir | * Kaplamasımobilyacılıkta kullanılan, açık kahve rengi öz odunlu olan bir ağaç (Thuya occidentalist). |
akselerograf | * İvmeyazar. |
akselerometre | * İvmeölçer. |
akseptans | * Yabancıülkelerde okuyacak öğrenciler için gönderilen kabul belgesi. * Poliçelerin üzerine “kabulümdür” biçiminde yazılarak altı imzalanan açıklama. |
aksesuar | * Bir aletin, bir makinenin işlevine katılmayan, ancak kendine özgü ayrı bir yararı bulunan alet, araç veya nesne. * Konunun gerektirdiği ölçüde kullanılan, bir sahne içinde yer alan veya oyuncunun dekor gereği kullandığı çeşitli eşya. * Kadın giyiminde giysiyi bütünleyen ayakkabı, çanta, kemer, şapka, eldiven, mücevher gibi eşya. |
aksesuarcı | * Aksesuarıhazırlayan kimse. * Aksesuar kullanmasınıseven. |
aksetme | * Aksetmek işi. |
aksetmek | * (ses) Bir yere çarpıp geri dönmek, yankılanmak, yankıvermek. * (ışık) Bir yere vurmak. * (bir ışık veya bir şekil) Düz ve parlak bir yüzeye çarpıp orada aynen görünmek, yansılanmak. * Ulaşmak, yayılmak, duyulmak. * Evirmek, tersine çevirmek. |
Kategoriler