alalamak | * Beneklerle, çizgilerle veya renklerle bezeyerek bir şeyi bulunduğu çevreye uydurmak, maskelemek, kamufle etmek. |
alamana | * Balık avlamakta veya yük taşımakta kullanılan büyük kayık. |
alamana ağı | * Kıyılardan uzak sularda avlanmak için iki alamana kayığıtarafından kullanılan, uzunluğu 200 ile 250, genişliği 7 ile 25 kulaç olan büyük ağ. |
alâmet | * Belirti, işaret, iz, nişan. * Büyüklük, irilik bakımından şaşılacak durumda olan şey. |
alâmetifarika | * Bazıticaret eşyasıüzerine konulan, o eşyayıüreten veya satanıtanıtan resim, harf gibi özel işaret, marka. * Ayırıcınitelik, ayırıcıözellik. |
alâmetifarikalı | * Alâmetifarikası olan. |
alâminüt | * Çarçabuk, anında, hemen, şipşak. |
alâminüt yemek | * Kolayca hazırlanıp tüketilebilen yemek. |
alan | * Düz, açık ve genişyer, meydan, saha. * Orman içinde düz ve ağaçsız yer, düzlük, kayran. * Bir konu veya çalışma çevresi. * Yüz ölçümü. * İçinde birtakım kuvvet çizgilerinin yayılmış bulunduğu var sayılan uzay parçası. * Eski Roma’da açık hava gösterisi yapılan genişyer. * Bir alıcımerceğinin net bir görüntü sağlayabildiği derinlik ve genişliğin bütünü. * Yarışmaların, karşılaşmaların ve oyunların yapıldığıyer, saha. |
alan hızı | * Hareket eden bir cismi, duran bir noktaya birleştiren doğru parçasının birim zamanda taradığı alan. |
alan korkusu | * Bazıkişilerin alan, park, sokak gibi yerlerde duyduklarıürkeklik hastalığı, agorafobi. |
alan talan | * Karmakarışık, allak bullak, darmadağınık. |
alan talan etmek | * allak bullak etmek, dağıtmak, alt üst etmek, yağma etmek. |
alan talan olmak | * her biri bir yana dağılmak. |
alan topu | * Tenis. |
alarga | * Açıktan geç, yaklaşma. * Açık deniz, engin. * Uzaktan, açıktan. |
alarga durmak | * uzak durmak, karışmak istememek, ilgisiz davranmak. |
alarga etmek | * açık denize çıkmak, engine açılmak. * geri çekilmek, uzaklaşmak. |
alargada durmak | * uzakta durmak. |
alargadan seyretmek | * Uzaktan bakmak. |
alârm | * Bir tehlike olduğunda bunu herkesin haber alması için verilen işaret. |
alârma geçmek | * beliren tehlikeye karşıdirenebilecek, dayanabilecek duruma gelmek. |
alaşağıetmek | * birini, yetkilerini elinden alıp yerinden uzaklaştırmak, atmak, kovmak. * kapıp yere vurmak. |
alaşağıvur yukarı | * çekişe çekişe (pazarlık). |
alaşım | * İki veya daha çok metalden, bazıdurumlarda metallerle, C, P, Te gibi elementlerden oluşan metal görünümünde katıveya sıvıkarışım. |
alaşımlama | * Alaşımlamak işi. |
alaşımlamak | * Çözen metale, alaşım elementlerini eriterek katmak. |
alaten | * Cüzamlı, abraş. |
alaturka | * Eski Türk gelenek, görenek, töre ve hayatına uygun, alafranga karşıtı. * Bu töre ve hayatı benimsemiş(kimse). * Alaturka saat. * Düzensiz, yöntemsiz. |
alaturka müzik | * Türk müziği. |
alaturka saat | * Güneşin batışında 12’yi gösterecek biçimde ayarlanmışsaat, ezanî saat. |
alaturka tuvalet | * Tuvalet ihtiyacını gidermek amacıyla çömelme usulüne göre yapılan tuvalet. |
alaturkacı | * Alaturka bilen, alaturka eser veren kimse. * Türk müziğinden yana olan. * Bu tür müziği seslendiren veya çalan, söyleyen. |
alaturkacılık | * Alaturkacı olma durumu. |
alaturkalaşma | * Alaturkalaşmak durumu. |
alaturkalaşmak | * Alaturka olmak. |
alaturkalaştırma | * Alaturkalaştırmak işi. |
alaturkalaştırmak | * Alaturkalaşmasını sağlamak. |
alaturkalık | * Alaturka olma durumu. |
alavandalı | * Bkz. andavallı. |
alavere | * Bir şeyin elden ele geçmesi. * Bir şeyi elden ele vererek aktarma. * Vapurlarda bu biçimde taşıma işi için bordalarda kurulan basamaklı iskele. * Kargaşalık. |
alavere dalavere yapmak (veya çevirmek) | * hileli, düzenli bir işyapmak, yalanla dolanla işgörmek. |
alavere tulumbası | * Emme basma tulumbası. |
alavereci | * Piyasada fiyatıdüşünce yükselir umuduyla mal alan ve fiyat yükselince malısatan toptancı, vurguncu, spekülâtör. |
alay | * Herhangi bir törende veya gösteride yer alan topluluk. * Çok kalabalık. * Bütünü, hepsi. * Genel olarak üç tabur (süvarilerde dört veya beş bölük) ve bunlara bağlı birliklerden oluşan asker topluluğu. * Çok miktarda, fazla sayıda. |
alay | * Ses tonu, söz, davranışgibi yollarla biriyle, bir şeyle eğlenme; onu küçümseme. |
alay alay | * Kalabalık olarak, pek çok. |
alay beyi | * Albay rütbesinde jandarma alay komutanı. |
alay etmek | * bir kimsenin, bir şeyin, bir durumun, gülünç, kusurlu, eksik vb. yönlerini küçümseyerek eğlence konusu yapmak. |
alay geçmek | * alay etmek. |
Kategoriler