angajman | * Yüklenme, üstlenme, bağlantı, taahhüt. |
angajmanlı | * Bağlantısı, taahhüdü olan. |
angajmansız | * Bağlantısı, taahhüdü olmayan. |
angajmansızlık | * Angajmanı olmama durumu. |
angarya | * Bir kimseye veya bir topluluğa zorla, ücret vermeden yaptırılan iş. * Kölelik düzeninde köylünün derebeyine yaptığızorunlu ücretsiz hizmeti. * Savaşdurumundaki bir devletin, kendi sularındaki yabancı bir devletin ticaret gemilerine el koyarak bunlardan yararlanması. * Olağanüstü durumlarda veya sıkıyönetimde devletin vatandaşlara ait taşıtlara el koyması. * Usandırıcı, bıktırıcı, zorla yapılan iş. |
angarya çekmek | * bir işi isteksizce, hatır için yapmaya mecbur olmak. |
angaryacı | * Başkasına ücretsiz işyaptıran kimse. |
angaryaya koşmak | * birini zorunlu olmadığıhâlde bir işte çalışmaya zorlamak. |
angıç | * Harman zamanıfazla sap yüklemek için öküz ve at arabalarının iki tarafına takılan parmaklık. |
angın | * Ünlü, anılmış, meşhur. |
Anglikan | * İngiliz kilisesine bağlı olan (kimse). |
Anglikanizm | * İngiliz kilisesinin tuttuğu inanç yolu. |
Anglofil | * İngiliz yanlısı. |
Anglosakson | * V. ve VI. yüzyılda Büyük Britanya’yıele geçiren Cermen ırkından oymaklara verilen ad. * Ana dili İngilizce olan kimse. * İngilizlere has olan. |
Angolalı | * Angola’da yaşayan (kimse). |
angström | * Metrenin on milyarda biri değerine eşit olan ışık dalgalarınıölçme birimi. KısaltmasıA. |
angudî | * Angut kuşunun renginde. |
angut | * Ördekgillerden, tüyleri kiremit renginde, evcilleştirilebilen bir yaban kuşu (Casarca ferruginea). * Ahmak, kaba saba. |
anha minha | * Aşağıyukarı. |
anhidrit | * Genellikle kaya tuzu ve alçıtaşıyla birlikte bulunan doğal, susuz kalsiyum sülfat. |
anı | * Hatıra. * Yaşanmışolayların anlatıldığıyazıtürü, hatıra. |
anık | * Hazır. |
anıklama | * Anıklamak işi. |
anıklamak | * Hazırlamak. |
anıklaşma | * Anıklaşmak işi. |
anıklaşmak | * Hazır olma durumu. |
anıklık | * Hazırlık. |
anılaşma | * Anılaşmak işi, anıdurumuna girme. |
anılaşmak | * Anıniteliği kazanmak. |
anılma | * Anılmak işi. |
anılmak | * Anmak işine konu olmak, hatırlamak. |
anımsama | * Hatırlama. |
anımsamak | * Hatırlamak. |
anımsanma | * Hatırlanma. |
anımsanmak | * Hatırlanmak. |
anımsatma | * Hatırlatma. |
anımsatmak | * Hatırlatmak. |
anırış | * Anırma işi veya biçimi. |
anırma | * Anırmak işi. |
anırmak | * (eşek) Bağırmak. |
anırtı | * Eşeğin anırırken çıkardığıses. |
anırtma | * Anırtmak işi. |
anırtmak | * Anırmasını sağlamak. |
anıştırma | * Anıştırmak işi. * Bir yazıda veya şiirde bilinen bir olayı, bir atasözünü anlatma veya çağrıştırma sanatı, telmih. |
anıştırmak | * Bir şeyi açıkça söylemeyip üstü kapalıanlatmak, dolaylıanlatmak, ima etmek ihsas etmek. |
anıt | * Önemli bir olayıveya büyük bir kişinin gelecek kuşaklarca tarih boyunca anılması için yapılan, göze çarpacak büyüklükte, sembol niteliğinde yapı, abide. * Önemi ve değeri çok olan eser. |
anıt mezar | * Görkemli, anıtsal mezar. |
Anıtkabir | * Atatürk’ün mezarı. * (küçük a ile) Tarih değeri olan kişilerin mezarı olarak yapılan anıt değerindeki yapı. |
anıtlaşma | * Anıtlaşmak işi. |
anıtlaşmak | * Anıt durumuna gelmek, anıt değeri kazanmak. * Saygıve sevgi ile anılır duruma gelmek, abideleşmek. |
Kategoriler