anlam kayması | * Yeni bir anlam vermek üzere kelimelerin gerçek anlamlarından kayarak kalıplaşmaları. |
anlam kötüleşmesi | * Anlamı iyi ve olumlu olan bir kelimenin zamanla kötü veya kötüye doğru giden bir anlam kazanması. |
anlam vermek | * kendince bir yargıya varmak, yorumlamak. |
anlama | * Anlamak işi, vukuf. * Bir olay veya önermenin daha önce bilinen bir kanunun veya formülün sonucu olduğunu görme. |
anlamak | * Bir şeyin ne demek olduğunu, neye işaret ettiğini kavramak; yeni bilgileri eskileriyle bir araya getirerek sonuç niteliğinde başka bir bilgi edinmek. * Sorup öğrenmek. * Doğru ve yerinde bulmak. * Birinin duygularını, isteklerini, düşüncelerini sezebilmek. * Bir şey üzerinde bilgisi bulunmak. * (olumsuz veya soru biçiminde) İyilik görmek, yararlanmak. * Sahip olmayı istemek, dileğinin yerine getirilmesini istemek. |
anlamamak | * hoşlanmamak, ilgilenmemek. |
anlamamazlık | * Anlamazlık. |
anlamazlık | * Bir şeyi anlamamış, kavrayamamışgibi davranmak. |
anlamazlıktan gelmek | * bir şeyi anladığıhâlde anlamamış, farkına varmamışgibi davranmak. |
anlamdaş | * Eşanlamlı, müradif, müteradif, sinonim. |
anlamdaşlık | * Eşanlamlılık. |
anlamına gelmek (veya manaya gelmek) | * (bir anlam) bildirmek. |
anlamlandırma | * Anlamlandırmak işi. |
anlamlandırmak | * Anlamınıaçıklamak; anlam vermek, anlam kazandırmak. |
anlamlı | * Anlamı olan, bir şey demek isteyen, düşündürücü, manalı, manidar. |
anlamlıanlamlı | * Anlamlı olarak. |
anlamlılık | * Anlamlı olma durumu. |
anlamsal | * Anlamla ilgili, semantik. |
anlamsız | * Anlamı olmayan, önemli bir şey anlatmayan, manasız. |
anlamsızlaşma | * Anlamsızlaşmak durumu. |
anlamsızlaşmak | * Anlamsız duruma gelmek. |
anlamsızlaştırma | * Anlamsızlaştırmak durumu. |
anlamsızlaştırmak | * Anlamsız duruma getirmek. |
anlamsızlık | * Anlamsız olma durumu, manasızlık. |
anlarsın ya! | * açıklanmaması gereken bir olayıdolaylıyoldan anlatmak için kullanılır. |
anlaşık | * Aralarında anlaşma bulunan taraflardan, kimselerden biri. |
anlaşılan | * anlaşıldığına göre, galiba. |
anlaşıldıVehbi’nin kerrakesi | * işin iç yüzü, gerçeği öğrenildi. |
anlaşıldıVehbi’nin kerrakesi | * Bkz. anlaşıldıVehbi’nin kerrakesi. |
anlaşılma | * Anlaşılmak işi. |
anlaşılmak | * Anlamak işine konu olmak, belli olmak, ortaya çıkmak. |
anlaşılmaz | * Anlaşılması güç olan, bir anlam verilemeyen, karışık, muğlâk. |
anlaşma | * Anlaşmak işi, uyuşma, itilâf. * Devletler arasısiyasî, ekonomik, kültürel vb. alanlarda yapılan uzlaşma ve bu uzlaşmanın tespit edildiği belge, uyuşma, itilâf, antant. |
anlaşma yapmak | * anlaşma belgesi düzenleyip imzalamak. |
anlaşmak | * Düşünce, duygu, amaç bakımından birleşmek. |
anlaşmalı | * Anlaşmaya dayanan. |
anlaşmaya varmak | * bir konuda birisiyle anlaşmak. |
anlaşmazlık | * İki veya daha çok tarafın karşılaşan düşünce ve amaçlarıarasında ayrılık, uyuşmazlık, ihtilâf. |
anlaşmazlık çıkmak | * bir konuda uyuşmazlık söz konusu olmak. |
anlaştırma | * Anlaştırmak işi. |
anlaştırmak | * Anlaşmayı, uzlaşmayı, uyuşmayı sağlamak. |
anlata anlata bitirememek | * bir şeyden çok söz etmek, övmek. |
anlatı | * Hikâye etme, tahkiye. |
anlatıcı | * Hikâye, fıkra gibi şeyleri anlatan kimse. |
anlatılma | * Anlatılmak işi. |
anlatılmak | * Anlatmak işine konu olmak. |
anlatım | * Anlatmak işi. * Bir duyguyu, bir düşünceyi, bir konuyu söz veya yazı ile bildirme, ifade. |
anlatım bilimi | * Üslûp yöntemlerini inceleyen edebî araştırma, inceleme, stilistik. |
anlatım tonu | * Anlatımda mantık ve düşünce özelliğine göre oluşan ton. |
anlatımcı | * Yalnızca hikâye etmeye ağırlık veren (eser). * Eserlerinde hikâye etmeye, tahkiyeye ağırlık veren (yazar). |
Kategoriler