arılaştırma | * Arılaştırmak işi, özleştirme. |
arılaştırmak | * Arıduruma getirmek, özleştirmek. |
arılık | * Temizlik. * Katışıksızlık. * Günahsızlık. |
arılık | * Kovanların konulduğu yer, kovanlık. |
arına dokunmak | * utanç duymak. |
arındırma | * Arındırmak işi. |
arındırmak | * Arınmasını sağlamak. |
arının yuvasına kazık (veya çöp) dürtmek | * tehlikeli kişiyi kışkırtmak. |
arınış | * Arınmak işi veya biçimi. |
arınma | * Temizlenme. * Ruhun tutkulardan temizlenmesi. * Sanat yoluyla duyguların arınması. |
arınmak | * Temizlenmek. * Katışıksız, arıduruma gelmek. * Rahatlamak. |
arış | * Kolun dirsekten parmaklara kadar olan bölümü. |
arış | * Çözgü. |
arış | * Araba oku. |
arıtıcı | * Arıtma özelliği olan. * Deterjan. |
arıtıcılık | * Arıtma işi. |
arıtım | * (petrol, yağvb. için) Arıtma işi, rafinaj. |
arıtım evi | * Şeker, petrol gibi maddelerin arıtıldığıyer, tasfiyehane, rafineri. |
arıtış | * Arıtmak işi veya biçimi. |
arıtma | * Arıtmak işi. |
arıtma ünitesi | * Doğal gaz üretim kuyularından toplama hatlarıyla gelen gazın içerisindeki hidrojen sülfür, karbondioksit ve su buharo gibi hidrokarbon bileşiği olmayan gazlarla, hidrokarbon kondanstlarının tabiî gazdan ayrıldığı birim. |
arıtmak | * Temizlemek. * Katışıksız duruma getirmek, tasfiye etmek. |
arız | * Sonradan ortaya çıkan. * Bulaşmış, musallat olmuş. |
arız olmak | * bulaşmak, sürekli görünür durumda olmak. * sonradan ortaya çıkmak. |
arıza | * Engebe. * Aksama, aksaklık. * Bir notanın sesini yarım ton yükseltmek, alçaltmak veya eski durumuna getirmek için notanın soluna konulan diyez, bemol ve bekâr işaretlerinin ortak adı. |
arıza yapmak | * Bozulmak, işlemez duruma gelmek. |
arızalanma | * Arızalanmak işi. |
arızalanmak | * Arıza, aksaklık göstermek. |
arızalı | * Engebeli. * (Araç vb. için) Aksayan, işlemeyen, bozulmuş. * Yarım yamalak, idare edecek biçimde. |
arızasız | * Engebesiz, düz. * Aksamayan, bozulmadan işleyen. * Huzurlu, rahat, mutlu. |
arızî | * Sonradan olan, dıştan gelen. * Geçici, eğreti. |
Ari | * İran’dan geçerek Kuzey Hindistan’a yerleşen halk veya bu halktan olan kimse. * Bu halkla ilgili, bu halka özgü. |
arî | * Çıplak. * Özgür, hür. |
Ari dil | * Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İran grubuna verilen ad. |
aria | * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği şarkı, arya. |
arif | * Çok anlayışlıve sezgili (kimse), varışlı. |
arif olan anlasın (veya anlar) | * herkesin anlayacağıkadar açık söylenmeyen bir sözün gerçek anlamınıkavrayanlar için söylenir. |
arifane | * Arif olana yakışacak yolda, biçimde. * Yiyeceği ortaklaşa sağlanan (toplantı). |
arifane ile | * ortaklaşa. |
arife | * Belirli bir günün, olayın bir önceki günü veya ona yakın günler, ön gün. |
arife günü | * Dinî bayramlardan önceki gün. |
arioso | * Dramatik ve lirik bakımdan yüksek bir anlatım gücü olan ağır başlıhava. |
Aristocu | * Aristotelesçi. |
Aristoculuk | * Aristotelesçilik. |
aristokrasi | * Ekonomik, toplumsal ve siyasî gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihî yönetim biçimi. * Soylular sınıfı. |
aristokrat | * Aristokrasi yanlısı. * Soylu. |
aristokratik | * Aristokratlıkla ilgili. |
aristokratlık | * Aristokrat olma durumu. |
Aristotelesçi | * Aristotelesçilik yanlısı olan kimse. |
Aristotelesçilik | * Yunan filozoflarından Aristoteles’in felsefesi, gezimcilik. * Bu felsefeyi benimsemişolma durumu. |
Kategoriler