burcu | * Güzel koku, ıtır. |
burcu burcu | * (koku için) Güzel güzel, pek güzel. |
burcumak | * Güzel koku yaymak. |
burç | * Kale duvarlarından daha yüksek, yuvarlak, dört köşe veya çok köşeli kale çıkıntısı. * Zodyak üzerinde yer alan on iki takım yıldıza verilen ortak ad. |
burç | * Ökse otu. |
burçak | * Baklagillerden, taneleri hayvan yemi olarak kullanılan yıllık bir yem bitkisi (Vicia ervilia). * Bu bitkinin mercimeğe benzeyen tanesi. |
burçlar kuşağı | * Gök küresinde tutulma çemberinin geçtiği ve üzerinde on iki burçun (Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık) eşit aralıklarla dağıtıldığıkuşak. 343 Zodyak. |
burdurma | * Burdurmak işi. |
burdurmak | * Burmak işini yaptırmak. |
burgacık | * Bkz. kargacık burgacık. |
burgaç | * Anafor, girdap. |
burgata | * Tel ve bitkisel halatların pus (2.54 cm) olarak çevresini belirten birim. |
burgu | * Tahtada belirli delik açmaya yarayan delgiye takılısarma, yivli, keskin, çelik alet. * Tıpa çekmeye yarayan, ucu sivri ve helis biçiminde demir alet, tirbuşon. * Yerin orta ve derin katmanlarına inebilmeyi sağlayan delici alet. * Telli sazlarda, telleri germeye yarayan mandal. |
burgu makarna | * Burgu biçiminde dökülmüşve fırınlanmışmakarna. |
burgulama | * Burgulamak işi. |
burgulamak | * Burgu ile delmek, delik açmak. |
burgulanma | * Burgulanmak işi. |
burgulanmak | * Burgulamak işine konu olmak, burgu ile delinmek. |
burgulu | * Burgusu olan. * Burgulanmışolan. |
burgusuz | * Burgusu olmayan. * Burgulanmamışolan. |
burhan | * Kanıt. * Belgit. |
burjuva | * Şehirlerde yaşayan, özel imtiyazlardan yararlanan şehirli. * Orta sınıftan olan kimse, kent soylu. |
burjuva edebiyatı | * Orta sınıf halk kesimine hitap eden edebiyat. |
burjuvaca | * Burjuva gibi, burjuvaya yakışan biçimde. |
burjuvalık | * Burjuva olma durumu. |
burjuvazi | * Burjuva sınıfı, kent soyluluk. |
burkma | * Burkmak işi. |
burkmak | * Burarak çevirmek. * Burkulmak. * Acıvermek, üzmek. |
burkucu | * Burkma işini yapan. * Üzücü. |
burkulma | * Burkulmak işi. |
burkulmak | * Burkmak işine konu olmak. * Vücuttaki organlardan biri birdenbire kendi eklemi üzerinde dönmek. * Üzüntü duymak. |
burlesk | * Sanat alanında ve özellikle edebiyatta rastlanan, komikliğe dayanan bir tür. |
burma | * Burmak işi. * Sarığı burma tatlısının bir adı. * Burularak yapılmış bilezik. * Burulmuş, burularak yapılmış, kıvrılmış. * Hadım etme, iğdişetme. * Musluk. * Eğrilmek için bükülmüşyün. * Yaşiken burularak kurutulan ot. * Kuru incir. |
burmak | * Bir şeyi iki ucundan tutup ekseni çevresinde çevirerek bükmek. * Hadım etmek, iğdişetmek. * Ağza kekre tat vermek. * (mide, bağırsak) Sancımak. * Üzmek, sıkıntıvermek. |
burnaz | * İri ve uzun burunlu. |
burnu bile kanamamak | * tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak. |
burnu büyük | * kibirli. |
burnu büyümek | * kibirlenmek, büyüklenmek. |
burnu havada | * kendini çok beğenmiş(olmak). |
burnu havada (veya kaf dağında) (olmak) | * çok kibirli (olmak). |
burnu kırılmak | * büyüklenemez duruma gelmek. |
burnu sürtülmek (veya burnu sürtmek) | * sıkıntıçektikten sonra daha önce beğenmediği bir durumu kabul etmek, gururundan vazgeçmek. |
burnu yere düşse almaz | * kendini beğenmiş, kibirli. |
burnuna girmek | * birine çok sokulmak. |
burnunda (veya gözünde) tütmek | * çok özlemek. |
burnundan (fitil fitil) gelmek | * elde ettiği güzel şey, sonradan gelen üzüntüler üzerine kendisine zehir olmak. |
burnundan ayrılmamak | * yanından gitmemek, uzaklaşmamak. |
burnundan düşen bin parça olmak | * çok asık suratlı olmak. |
burnundan kıl aldırmamak | * kendisine hiç söz söyletmemek, çok huysuz olmak. |
burnundan solumak | * çok öfkelenmişolmak. |
Kategoriler