burnundan yakalamak | * birini yönetimi altına almak, kaçamak bulamayacağıduruma getirmek. |
burnunu çekmek | * sümüğünü çekmek. * umduğunu bulamamak, amacına ulaşamamak. |
burnunu kırmak | * birini güç durumda bırakarak büyüklenmesini veya direnişini yok etmek. |
burnunu sıksan canıçıkacak | * çok zayıf ve güçsüz kimseler için kullanılır. |
burnunu sokmak | * gerekmediği hâlde her işe karışmak. |
burnunun dibi | * çok yakını. |
burnunun dibine sokulmak | * çok yaklaşmak, iyice yaklaşmak. |
burnunun dikine (veya doğrusuna) gitmek | * öğüt dinlemeyerek kendi bildiği gibi davranmak. |
burnunun direği kırılmak | * çok pis bir koku duyarak tedirgin olmak. |
burnunun direği sızlamak | * (maddî veya manevî) çok acıduymak, çok üzülmek. |
burnunun ucundan ötesini (veya ilerisini) görmemek | * kıt düşünceli olmak. |
burnunun ucunu görmemek | * çok sarhoşolmak. |
burnunun yeli harman savurmak | * büyüklenmek, kibirlenmek. * çok öfkelenmek. |
burs | * Bir öğrencinin öğrenimini yapmasıveya bir kimsenin bilgi ve görgüsünü artırması için belli bir süre devlet veya özel kuruluşlarca, ödenen aylık para. * Bu amaçla vakfedilmişparanın veya malın geliri. |
burslu | * Burs alan, bursu olan. |
burssuz | * Burs almayan, bursu olmayan. |
burtlak | * Taşlık, çalılık yer. |
buru | * Sancı, buruntu. |
buruk | * Burulmuşolan. * Tadıkekre olan. * Alınarak küskünlük gösteren, gücenmiş(kimse). * Uygun olmayan şartlar sonucu dönerek büyüyen ağacın kerestesi. |
buruk buruk | * Buruk bir biçimde. |
burukça | * Tadı biraz buruk olan. |
buruklaşma | * Buruklaşmak işi veya durumu. |
buruklaşmak | * Buruk durum almak. |
burukluk | * Buruk olma durumu, kekrelik. * Küskünlük, gücenmişlik. |
buruksu | * Buruğa benzer, buruk gibi. |
burulma | * Burulmak işi. |
burulma dayanımı | * Elyafını bükerek kırmaya çalışan kuvvete karşıağacın gösterdiği direnç. |
burulmak | * Ekseni çevresinde döndürülmek. * Sancımak, ağrımak. * Alınarak küskünlük göstermek, gücenmek. |
burum burum | * Burulmak fiili ile birlikte “çok fazla burulmak” anlamında kullanılır. |
burun | * Alınla üst dudak arasında bulunan, çıkıntılı, iki delikli koklama ve solunum organı. * Bazışeylerin ön ve sivri bölümü. * Karanın, özellikle yüksek ve dağlık kıyılarda, türlü biçimlerde denize uzanmış bölümü. * Kibir, büyüklenme. |
burun boşlukları | * Burun deliklerinden yukarıdoğru açılan, mukozayla kaplı boşluklar. |
burun buruna | * Birbirine çok yakın ve yüz yüze. |
burun buruna gelmek | * beklenmedik bir anda karşılaşmak, birbirlerine çok yaklaşmak. * karşısında hissetmek. |
burun bükmek | * beğenmemek, önem vermemek. |
burun deliği | * Burnun iki boşluğundan her biri. |
burun kanadı | * Burun deliğinin yan tarafındaki kabarık bölüm. |
burun kıvırmak | * önem vermemek, küçümsemek, beğenmemek. |
burun otu | * Burna çekilen tütün, enfiye. |
burun perdesi | * Burun boşluğunu ikiye ayıran bölme. |
burun şişirmek | * kibirlenmek. |
burun yapmak | * üstünlük taslamak. |
Burundili | * Burindi halkından olan (kimse). |
burunduruk | * Hayvanlarınallarken ısırmaması için dudaklarınıkıstırmaya yarayan kıskaç, yavaşa. |
burunlamak | * Dışlamak, aşağılamak. |
burunlu | * Herhangi bir biçimde burnu olan. * Çıkıntısı olan. * Kendini beğenmiş, onurlu, kibirli. |
burunluk | * Burunsak. |
burunsak | * Hayvan yavrusunun anasından süt emmesini önlemek için burnuna geçirilen başlık. * Hayvanların burunlarına geçirilen ip. |
burunsalık | * Burunsak. |
buruntu | * Buru, sancı, bağırsak bozukluğu. |
buruş buruş | * Çok buruşmuş. |
Kategoriler