bekleme salonu | * Doktor, avukat vb. ile görüşme öncesinde oturulan yer. |
bekleme yeri | * Bir kimseyi veya taşıtı beklemek için ayrılan bölme, bekleme odası, bekleme salonu. |
beklemek | * Bir işoluncaya, biri gelinceye değin bir yerde kalmak, durmak. * Süre tanımak, acele etmemek. * Bir şeyi, bir kimseyi gözetmek, korumak, muhafaza etmek. * Ummak. * Karşılaşılması ihtimali bulunmak. * Aramak, istemek. |
beklemeli | * Sınıfta kalıp derslere devam etmeyen (öğrenci). |
beklenilme | * Beklenilmek işi veya durumu. |
beklenilmek | * Beklenmek. |
beklenme | * Beklenmek durumu. |
beklenmedik | * Birdenbire, ansızın. |
beklenmek | * Beklemek işine konu olmak. |
beklenmez | * Beklenmeyecek durumda olan. |
beklenmezlik | * Beklenmeme durumu. |
beklenmezlik fiili | * -acağı/-eceği biçimindeki sıfat-fiil ekine tutmak fiili getirilerek yapılan ve işin istenmeden, beklenmeden olduğunu anlatan birleşik fiil. |
beklenti | * Bir olgunun sonunda gerçekleşmesi beklenen şey. * Bireyin belli şart ve durumların alacağı biçimler veya kendisinden beklenenler konusundaki ön görüşü. |
bekleşme | * Bekleşmek işi veya durumu. |
bekleşmek | * Birlikte veya karşılıklı beklemek. |
bekletilme | * Bekletilmek işi veya durumu. |
bekletilmek | * Bekletmek işine konu olmak veya bekletmek işi yapılmak. |
bekletme | * Bekletmek işi. |
bekletmek | * Beklemek işini birine yaptırmak. |
bekleyiş | * Beklemek işi veya biçimi. |
bekri | * İçkiye düşkün, içkici, ayyaş. |
bekrilik | * İçkiye düşkünlük, ayyaşlık. |
Bektaşî | * Hacı bektaşVeli’nin tarikatına girmişolan kimse. |
Bektaşî babası | * Bektaşî tarikatından olan derviş. |
Bektaşî dedesi | * Bektaşî tarikatında daha üst makamlarda bulunan ve yönetimde sorumluluk taşıyan derviş. |
Bektaşî sırrı | * Çok gizli tutulan sır. |
Bektaşî üzümü | * Taşkırangillerden bir çalı(Ribes grossularia). * Bu çalının mayhoş, nohut büyüklüğünde, ak veya kara yemişi. |
bektaşîkavuğu | * Büyük ve güzel çiçekler veren, ılık iklimlerde yetişen bir kaktüs (Echinocactus). |
Bektaşîlik | * Bektaşî tarikatı. * Bektaşî tarikatından olma durumu. |
bel | * İşaret. |
bel | * İnsan bedeninde göğüsle karın arasında daralmış bölüm. * Bu bölümün, sırtın altına rastlayan bölgesi. * Hayvanlarda omuz başı ile sağrıarası. * Dağsırtlarında geçit veren çukur yer. * Geminin orta bölümü. |
bel | * Atmık, meni, sperm. |
bel | * Toprağıkazmaya veya kirizma yapmaya yarayan, uzun saplı, ayakla basılacak yeri tahta, ucu sivri kürek veya çatal biçiminde bir tarım aracı. |
bel | * Ses şiddetiyle ilgili birim. |
bel ağrısı | * Bel çevresinde oluşan ve duyulan ağrı. |
bel bağı | * Bel kemeri. |
bel bağlamak | * birisinin kendisine yardımcı olacağına inanmak, güvenmek. |
bel bel | * Durgun, anlamsız bakmayıanlatan bel bel bakmak deyiminde geçer. |
bel bellemek | * toprağı belle kazmak. |
bel etmek | * işaret koymak, işaret vermek. |
bel evlâdı | * (bir kimsenin) Öz çocuğı. |
bel fıtığı | * Bel bölgesinde fıtık. |
bel gevşekliği | * Cinsel gücü yitirme. |
bel kemeri | * Elbise üzerinden bele dolayarak bir toka ile tutturulan, deri, kumaşveya metalden yapılan özel bağ. |
bel kemiği | * Omurga. * Bir şeyin varlığı ile ilgili en önemli bölümü, temel, esas. |
bel kıra kıra | * kırıta kırıta, salına salına. |
bel kırmak | * gövdeyi, belden sağa sola bükmek. |
bel kündesi | * (güreşte) Ellerin arkadan gelip hasmın göbeği üzerinde kilitlenmesi yolundaki kündeleme. |
bel soğukluğu | * Üreme organlarının akıntılıve bulaşıcı bir hastalığı. |
bel soğukluğuna uğratmak | * bir işe veya bir söze gereksiz yere karışarak onun akışınısektirmek. |
Kategoriler