belitken | * Belitler sistemi. |
belitleme | * Belitlemek işi. * Tümden gelişimci bir bilime esas olacak belit sistemi. |
belitlemek | * Belgeye dayanarak ortaya koymak. * Belitleme kuramını ortaya koymak. |
belitlenebilirlik | * Belitlenebilen kuram. |
beliye | * Felâket, keder, tasa. |
belki | * Muhtemel olarak, olabilir ki. * Olsa olsa, ya … ya, ihtimal. |
belki de | * şu da olabilir. |
belkili | * Olasılı, muhtemel. * Doğru olabileceği gibi, yanlışda olabilen, belli ve kesin olmayan, olasılı, ihtimalî. |
belladonna | * Güzelavrat otu. |
belleğini yitirmek | * bellek kaybına uğramak. |
bellek | * Yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, akıl, hafıza, dağarcık. * Bir bilgisayarda, programıdeğişmeyen verileri, yapılacak işiçin gerekli olan ara sonuçlarıtoplayan bölüm. |
bellek karışıklığı | * Kelimelerin doğru anlamınıhatırlayamamak veya ilk olarak görülen bir şeyi önce gördüğünü sanma duygusuna kapılmak biçiminde beliren bir ruh hastalığı. |
bellek kaybı | * Bellek yitimi. |
bellek yitimi | * Büyük sarsıntıveya humma yüzünden belleğin bozulmasıveya kaybolması biçiminde beliren ruh hastalığı. * Belleğin kısa bir süre durup işlememesi. |
bellem | * Bellemek yetisi. |
belleme | * Bellemek işi. |
belleme | * At ve benzeri hayvanların sırtına vurulan keçe, meşin veya kalın kumaşparçası, yapık, haşa. |
bellemek | * Öğrenip akılda tutmak. * Sanmak. |
bellemek | * Bel denilen araçla toprağı işlemek. |
bellenmek | * Bellenmek (I) işine konu olmak, öğrenilmek. |
bellenmek | * Bellenmek (II) işine konu olmak. |
belleten | * Bilim kurumlarının çalışmaları ile ilgili yazıve haberlerin yayımlandığıdergi. |
belletici | * Çalıştırıcı, öğretici, müzakereci. |
belletme | * Belletmek işi. |
belletmek | * Bellemesini sağlamak, öğretmek. |
belletmen | * Orta öğretimde etütleri denetleyen kimse, belletici. |
belli | * Beli olan. |
belli | * Bilinmedik bir yanı olmayan, malûm. * Gizli olmayan, ortada olan, anlaşılan, bedihî, zahir, aşikâr. * Belirli, muayyen. |
belli başlı | * Belirli, muayyen. * Önemli. |
belli belirsiz | * Zorlukla seçilebilen, yarı belli, yarı bellisiz, duyulabilen, çok az belli olan. |
belli etmek | * açıklamak, iyice görünür anlaşılır duruma getirmek. * sezdirmek, hissettirmek. |
belli olmak | * anlaşılmak, açıklanmak. |
bellik | * İşaret, marka. |
bellilik | * Belli olma durumu, bedahet, muayyeniyet. |
bellisiz | * Belli olmayan, bilinemeyen. |
belsem | * Bkz. balsam. |
bembeyaz | * Çok beyaz veya her yanı beyaz, apak. * Pırıl pırıl, apaçık. |
bemol | * Bir sesin yarım ton kalınlaştırılacağını gösteren nota işareti. * Böylece kalınlaştırılmış(ses). |
ben | * Çoğu doğuştan, tende bulunan ufak, koyu renkli leke veya kabartı. * En çok üzümde görülen olgunlaşma belirtisi. * Saçta, sakalda beliren beyazlık. |
ben | * Olta veya tuzağa konulan yem. * Kuşun yavrusuna taşıdığıyem. |
ben | * Tekil birinci kişiyi gösteren zamir. * Kişiyi öbür varlıklardan ayıran bilinç. * Bir kimsenin kişiliğini oluşturan temel öge, ego. |
ben bu işte yokum | * ben bu işe karışmam. |
ben hancı, sen yolcu oldukça | * özel ilişkilerimiz sürüp gittikçe (senin bana işin düşer). |
ben şahımı(veya şeyhimi) bu kadar severim | * ben bundan daha çok özveride bulunamam. |
benbenci | * Kendini çok öven, hep kendinden söz eden, kibirli, gururlu. |
benbencilik | * Benbenci olma durumu. |
bence | * Bana göre, düşündüğüm gibi. |
benci | * Kendini beğenen, kendini her konuda üstün gören, hodpesent, megaloman. |
bencil | * Yalnız kendini düşünen, kendi çıkarlarınıherkesinkinden üstün tutan, hodbin, hodkâm, egoist. * Bencillik öğretisine inanan. |
bencil olmak | * bencilce davranışta bulunmak. |
Kategoriler