bıçkınlaşma | * Bıçkınlaşmak işi. |
bıçkınlaşmak | * Kabadayılık taslamak. |
bıçkınlık | * Bıçkın olma durumu. |
bıdık | * Kısa ve tıknaz. |
bıkılma | * Bıkılmak işi. |
bıkılmak | * Usanılmak. |
bıkıp usanmak | * çok bezmek. |
bıkış | * Bıkma işi veya biçimi. |
bıkışma | * Bıkışmak işi. |
bıkışmak | * Karşılıklı olarak birbirinden bıkmak. |
bıkkın | * Çok bıkmış, usanmış, bezmiş. |
bıkkınlık | * Çok bıkmışolma durumu. |
bıkkınlık gelmek | * bıkmak, usanmak, bunalmak. |
bıkkınlık vermek | * bir şeyi sürekli tekrarlayarak karşısındakini usandırmak. |
bıkkıntı | * Bıkma duygusu. |
bıkma | * Bıkmak işi. |
bıkmak | * Tekrarlanması, sürüp gitmesi yüzünden bir şeyden doygunluk veya yorgunluk duyarak onu istemez duruma gelmek, usanmak. * Dayanamaz duruma gelmek. |
bıktırıcı | * Bıkkınlık verici. |
bıktırma | * Bıktırmak işi. |
bıktırmak | * Bıkmasına yol açmak, bıkkınlık vermek, usandırmak. |
bıldır | * Geçen yıl, bir yıl önce. |
bıldırcın | * Tavukgillerden, boz renkli, benekli, yurdumuzda en çok güzün, eti için avlanan göçebe kuş(Coturnix). |
bıldırcın eti | * Bıldırcın kuşunun saka ve avcılarca beğenilen kırmızıeti. |
bıldırcın gibi | * kısa boylu, dolgunca, alımlı(kadın). |
bılkıma | * Bılkımak işi veya durumu. |
bılkımak | * Bozulmak, yumuşamak, zedelenmek, erimek. |
bıllık bıllık | * Çok tombul, etli butlu. |
bıngıl bıngıl | * Dolgun ve pelte gibi titrek. |
bıngıldak | * Kafatasıkemikleşmeden önce kemiklerin birleşme yerlerinde bulunan kıkırdak bölümü. |
bıngıldama | * Bıngıldamak işi. |
bıngıldamak | * (et ve sıvı için) Yumuşaklık veya şişmanlık sebebiyle oynamak, titremek. |
bırak Allah’ınıseversen | * bir kimse veya nesnenin değersizliğini belirtmek için kullanılır. |
bırak ki | * saymasak, hesaba katmasak da. |
bırakılma | * Bırakılmak işi veya durumu. |
bırakılmak | * Bırakmak işine konu olmak, terk edilmek. |
bırakım | * Bırakmak işi. |
bırakış | * Bırakma işi veya biçimi. |
bırakışma | * Karşılıklı bırakmak işi, ateşkes, mütareke. |
bırakışmak | * Savaşma, çarpışma gibi durumlarıkarşılıklı bırakmak, ateşkes yapmak, mütareke yapmak. |
bırakıt | * Tereke. |
bırakma | * Bırakmak işi. * Salıverme, terk. |
bırakmak | * Elde bulunan bir şeyi tutmaz olmak. * Koymak. * Bir işi başka bir zamana ertelemek. * Unutmak. * Eski bulunduğu yerini veya durumunu değiştirmemek. * Saklamak, artırmak. * Bir işin sorumluluğunu, yükümlülüğünü başkasına vermek, görevlendirmek. * Engel olmamak. * Sarkıtmak. * (ölen, ayrılan birinden iş, kişi, nesne vb.) Kalmak. * Bir alışkanlıktan veya bir işten vazgeçmek. * Uğraşmaz olmak, artık uğraşmamak. * (bıyık veya sakal) Uzatmak. * Özgürlük vermek, hürriyetine kavuşmasını sağlamak. * Boşamak. * Kötü bir durumda terk etmek. * Ayrılmak; terk etmek. * Sınıf geçirmemek, döndürmek. * Bir pazarlıkta, belli bir fiyata vermeyi kabul etmek. * Bakılmak, korunmak için vermek. * Yanına almamak, yanında götürmemek. * Sahiplik hakkını başkasına vermek. * Yapışık olan bir şey yapışıklıktan kurtulmak. * (bulunduğu veya dokunduğu yerde) Oluşturmak, meydana getirmek. |
bıraktığım (bıraktığı), bağladığım (bağladığı) yerde (çayırda) otluyorsun (otluyor) | * uzun süredir hiçbir ilerleme ve değişiklik göstermiyor (veya göstermiyorsun). |
bıraktırma | * Bıraktırmak işi. |
bıraktırmak | * Bırakmasını sağlamak, bırakmasına yol açmak. |
bıtırak | * Kırlarda yetişen yabanî bir otun dışıdikenli tohumu. |
bıyığıterlemek | * bıyığıyeni yeni çıkmaya başlamak. |
bıyığını balta kesmez olmak | * kimseden korkusu olmamak. |
bıyığınısilmek | * bir işi olmuş bitmişsayarak onunla uğraşmaktan vazgeçmek. |
bıyık | * Üst dudak üzerinde çıkan kıllar. * Balıklarda deri uzantısı. * Asma gibi bitkilerde, sarılıp tutunmaya yarayan sürgün. |
Kategoriler