bidoncu | * Bidon satan kimse. |
bienal | * Yıl aşırı, iki yılda bir olan. |
biftek | * Izgara veya tavada pişirilen dana eti dilimi. |
bîgâne | * Yabancı. * İlgisiz. |
bîgânelik | * Bîgâne olma durumu. |
bigudi | * Kadınların saçlarınıkıvırmak için kullandıkları, metal veya plâstikten, boru biçiminde küçük araç. |
bîgünah | * Suçsuz, günahsız. |
bîhaber | * Habersiz, bilgisiz. |
bihakkın | * Hakkı ile, hakkı olarak, gerçekten. |
bîhuş | * Şaşkın, sersem, aklı başında olmayan, deli. |
bîilâç | * İlâçsız, çaresiz, umutsuz. |
bijon anahtarı | * Araba tekerleklerinin somunlarınısökmek için kullanılan alet. |
bijuteri | * Kuyumcunun yaptığıdeğerli takıların tamamı. * Değerli olmayan maden veya taşlardan yapılmıştakı, süs eşyası. |
bîkarar | * Kararsız, tereddütlü. |
bikarbonat | * Hidrojen karbonatların genel adı. |
bîkes | * Kimsesiz. |
bîkeslik | * Bîkes olma durumu. |
bikini | * İki parçalıkadın mayosu. |
bikir | * Kızlık, erdenlik. |
bilâder ağacı | * Amerika elması. |
bilâhare | * Sonra, sonradan, daha sonra, sonraları. |
bilâistisna | * İstisnasız, ayrıksız, ayrım yapılmadan. |
bilâkaydüşart | * Kayıtsız ve şartsız olarak, herhangi bir kısıtlama olmaksızın. |
bilâkis | * Tersine olarak, tam tersine, tersine, aksine. |
bilânço | * Bir kuruluşun veya bir ticarethanenin belirli bir dönem sonundaki veya belirli bir gündeki taşınır ve taşınmaz varlıkları ile bunları sağlamak için kullanılan öz ve yabancıkaynaklarıdengeli olarak gösteren çizelge. * Girişilen herhangi bir işte, belirli bir süre sonunda elde edilen iyi ve kötü sonuçların karşılıklıdurumu. |
bilâr | * Katranlıkıldan yapılan ve kalafat işlerinde kullanılan bir tür macun. |
bilârdo | * Yeşil çuha kaplı bir masa üzerinde, fil dişi toplarla ve isteka ile oynanan bir oyun. |
bilârdocu | * Bilârdo oynayan veya oynatan kimse. |
bilârdoculuk | * Bilârdo salonunu işletme veya oynama işi. |
bilâvasıta | * Vasıtasız, araçsız, aracısız, dolaysız, doğrudan doğruya. |
bilcümle | * Bütün, hep …-in hepsi. |
bildiğinden şaşmamak (veya kalmamak) | * hiçbir etkiye aldırışetmeyerek doğru bildiği davranışısürdürmek. |
bildiğini okumak | * herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak. |
bildiğini yapmak | * verilen öğütleri dinlemeyerek tutumunu sürdürmek. |
bildiğini yedi mahalle bilmez | * bir kimsenin çok kurnaz, çok bilmişolduğunu anlatır. |
bildik | * Tanıdık. |
bildik çıkmak | * birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanıştıklarınıanlamak. |
bildim bileli (veya bildik bileli) | * öteden beri, eskiden beri. |
bildirge | * Bir kimsenin resmî bir kuruluşa herhangi bir durumu bildirmek için verdiği çizelge, beyanname. * Vergi yükümlülerinin belli zamanlarda, bağlı olduklarıvergi dairelerine verdikleri gelir bildirme belgesi, beyanname. |
bildiri | * Resmî bir makam, kurum veya bir topluluk tarafından herhangi bir durumu ilgililere duyurmak için yazılan yazı, tebliğ, tebligat. * Bilimsel bir konu üzerine yazılan açıklama, tebliğ. |
bildirilme | * Bildirilmek işi veya durumu. |
bildirilmek | * Bildirmek işine konu olmak, duyurulmak, haber verilmek. |
bildirim | * Yazılı olarak yapılan açıklama, tebliğ. * Bu açıklamanın yapıldığıkâğıt, ihbarname. |
bildirim ödencesi | * Süresi belli olmayan sürekli işsözleşmelerinin daha önce bildirim yapılmaksızın yürürlükten kaldırılması sebebiyle yükümlü olanlarca karşıtarafa verilmesi zorunlu olan ödence, ihbar tazminatı. |
bildiriş | * Bildirmek işi veya biçimi. |
bildirişim | * İletişim, haberleşme, komünikasyon. |
bildirişme | * Bildirişmek işi veya durumu. |
bildirişmek | * Bir duygu veya düşünceyi işaretle veya sesler dizgesiyle bildirerek anlaşmak. |
bildirme | * Bildirmek işi, beyan. |
bildirme cümlesi | * Yüklemi bildirme kiplerinden biriyle kurulan cümle. |
Kategoriler