boşanmak | * (karıve koca) Mahkeme kararı ile birbirinden ayrılmak. * (hayvan) Başlığından, koşum takımından veya bağından kurtulmak. * Birdenbire ve bol bol akmak. * (baskıaltında gergin duran bir şey) Birden ve hızla kurtulmak. * (kapalı bir yerde bulunan insanlar) Birden dışarıçıkmak. * Dertlerini, yakınmalarınıanlatmak. * Çok ağlamak. * Sıyrılmak kurtulmak. |
boşatma | * Boşatmak işi. |
boşatmak | * Boşamak işini yaptırmak. |
boşattırma | * Boşatma işini yaptırtma. |
boşattırmak | * Boşatma işini yaptırtmak. |
boş boğaz | * Saklanması gereken şeyleri söyleyiveren, sır saklayamayan, geveze. * Yerli yersiz konuşan (kimse). |
boş boğazlık | * Boş boğaz olma durumu. |
boş boğazlık etmek | * gereksiz, yersiz, düşüncesiz konuşmak. |
boşlama | * Boşlamak işi, ihmal. |
boşlamak | * Bırakmak. * İlgi göstermemek, ihmal etmek. |
boşluk | * Oyuk, çukur, kapanmamışyer. * Kesinti, kopukluk. * Boşgeçen süre. * Eksiklik, yoksunluk duygusu. * Yetersizlik. * İçinde hiçbir cisim bulunmayan uzay, vakum. |
boşluk tulumbası | * Bkz. boşaltaç. |
boşluklu serpme | * Zımpara üretiminde tanecikler arasında %50 boşluk kalacak biçimde düzenlenen tane yapıştırma işlemi. |
Boşnak | * Bosna halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. * Boşnaklara özgü olan, Boşnaklarla ilgili olan. |
Boşnak güzeli | * Sarısaçlı, al yanaklı, ablak yüzlü güzel. |
Boşnakça | * Çoğunlukla Bosna-Hersek Cumhuriyet’inde yaşayan Bosna Müslümanlarının kullandığıdil. |
Boşnaklık | * Boşnak olma durumu. |
boşta gezmek | * işsiz olmak. |
boşta kalmak | * işsiz kalmak. |
boşu boşuna | * Gereksiz yere, boşuna. |
boşuna | * gereksiz, yararsız yere, boşyere, beyhude, nafile. |
boşuna | * Boşyere, yararsız yere, gereksiz, beyhude, nafile, tevekkeli. |
bot | * Küçük gemi. * Ağaç, plâstik veya kauçuktan yapılmışküçük sandal. |
bot | * Uzun konçlu, kapalıayakkabı. |
botanik | * Bitki bilimi, nebatat. |
botanik bahçesi | * Otsu veya çalıtürü bitkilerin yetiştirildiği ve incelemelerinin yapıldığıhalka açık bahçe. |
botanik parkı | * Otsu ve çalıtürü bitkiler ve değişik ağaç türleri ile düzenlenmiş, dinlenme ve gezme amacıyla halka açık genişalan. |
botanikçi | * Bitki bilimci. |
boy | * Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktasıarasındaki uzaklık. * Bir yüzeyde, en sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, en karşıtı. * Uzunluk. * Yol, ırmak, deniz kıyısı. * Kumaşiçin ölçü. * Süre. * Uzaklık. * Destan. |
boy | * Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalığı bulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve ekonomik ilişkilerini anaerkil, ataerkil anlayışıuygulayan geleneksel topluluk, kabile, klân. |
boy abdesti | * İslâm dininin gerekli bulduğu durumlarda ve biçimde yıkanıp abdest alma, gusül. |
boy almak (veya sürmek) | * boyu uzamak, boylanmak. |
boy atmak | * boyu uzamak, boylanmak, gelişmek. |
boy aynası | * İnsanı bütünüyle gösteren büyük ayna. |
boy beyi | * Boyun en saygın ve lider kimliğine sahip kişisi. |
boy bos | * Vücudun yapısı bakımından biçimi. * Geçerlilik, değer. |
boy bos yerinde | * uzun ve biçimli. |
boy boy | * Çeşitli büyüklük ve nitelikte. |
boy göstermek | * görünmek. * gösterişyapmak. |
boy menteşe | * Düz yaprak menteşe benzeri 1,75-3,50 cm uzunluğunda menteşe. |
boy otu | * Baklagillerden, çiçekleri mavi, sarıveya beyaz renkli, kurutulan tohumlarıçemen yapımında kullanılan bir bitki (Trigonella faenum-graecum). |
boy ölçüşmek | * yarışmak. |
boy pos | * Bkz. boy bos. |
boy vermek | * (su) insan boyunu aşacak kadar derin olmak. * suya dalarak boyu ile suyun derinliğini ölçmek. * büyümek. |
boy vermemek | * sığolmak, (su) insan boyunu geçmemek. |
boya | * Renk vermek, dışetkilerden korumak için eşyanın üzerine sürülen veya içine katılan renkli madde. * Renk. * Yazmak için kullanılan mürekkep. * Aldatıcı görünüş. |
boya çekmek | * boyuna büyümek, uzamak. |
boya fırçası | * Boya sürmek veya resim yapmak için kullanılan değişik tür ve ölçülerde fırça. |
boya kalemi | * Resim yapmak için kullanılan değişik renkli kalem. |
boya kökü | * Bitki köklerinden elde edilen tabiî boya. |
Kategoriler