boyu boyuna, huyu huyuna | * karıkoca veya arkadaşlar arasında her bakımdan uygunluk olması gerekir. |
boyun | * Gövdenin başla omuz arasında kalan bölgesi. * Şişe, güğüm gibi kapların veya vida, cıvata gibi araçların dar olan üst bölümü. * Sorumluluk. * Dağsırtlarında geçmeye elverişli alçak yer. |
boyun bağı | * Gömlek yakasının altından geçirilip süs olarak bağlanan uzun, enlice kumaşparçası, kravat. |
boyun bir karışuzadı | * gereği olmayan o işi yapmakla sanki yükseldin anlamında söylenir. |
boyun borcu | * Yapılması gereken ödev, vecibe. |
boyun bükmek | * Bkz. boynunu bükmek. |
boyun eğmek | * isteyerek veya istemeyerek uymak, katlanmak. |
boyun kesmek | * başınıeğmek. |
boyun kırmak | * saygıduyulan bir kimse karşısında, ayakta iken başıöne bükmek. |
boyun olmak | * kefil olmak. |
boyun vermek | * buyruk altına girmek. |
boyuna | * Ene dik olarak, boyunca, uzunlamasına, tulânî. * (bo’yuna) Ara vermeden, durmaksızın. |
boyuna bosuna bakmadan | * fizik yapısının gereğince gelişmemişolmasını göz önünde bulundurmadan. |
boyunca | * Boyu veya uzunluğu kadar. * Sürdüğü zaman kadar, süresince. |
boyunca çocuğu olmak | * yetişkin çocuğu olmak. |
boyunduruğa atmak (veya almak) | * (güreşte) hasmın başınıkoltuk altına alıp boynuna kol dolamak. |
boyunduruğa vurmak | * baskıaltına almak. |
boyunduruk | * Çift süren veya arabaya koşulan hayvanların birlikte yürümelerini sağlamak için boyunlarına geçirilen bir tür ağaç çember. * Zulüm ve zorbalık baskısı, esaret. * Güreşte hasmın başınıkoltuk altına alıp boynuna kol dolama oyunu. * Kapıveya pencere gibi açıklıkların üzerine konulan ağaç, taşveya beton kiriş, lento. * Mengenenin üst yanındaki kemer biçimli bölüm. |
boyunduruk altına girmek | * başkasının baskısıaltında kalmak. |
boyunduruk parası | * Bir mahalleden veya köyden başka yere gelin götürülürken, kaynatanın, gelinin ayrıldığıyerin delikanlılarına verdiği bahşiş. |
boyunlandırmak | * Kapsam kazandırmak. |
boyunlu | * Boynu olan. |
boyunluk | * Boyuna sarılan şey, boyun sargısı. |
boyunun ölçüsünü almak | * kendi yetersizliğini, beceriksizliğini anlamak; beklediği yakınlığı görememek. |
boyut | * Bir cismin herhangi bir yöndeki uzanımı. * Nitelik, genişlik, kapsam. * Durum. * Doğruların, yüzeylerin veya cisimlerin ölçülmesinde ele alınan üç doğrultudan uzunluk, genişlik ve derinlikten her biri, buut. |
boyut katmak | * başka veya yeni bir görüşaçısıvermek, genişlik, kapsam ve içerik kazandırmak. |
boyut kazanmak | * yeni bir durum, içerik, genişlik, kapsam kazanmak. |
boyutlandırma | * Boyutlandırmak işi. |
boyutlu | * Boyutu olan. |
boyutsuz | * Boyutu olamayan. |
boz | * Açık toprak rengi. * Bu renkte olan. * Açılmamış, sürülmemiş(toprak). |
boz bulanık | * Çok bulanık. |
boz madde | * Sinir hücrelerinden oluşan, beyinde dış, omurilikte iç tabaka. |
boz yel | * Lodos. |
boza | * Arpa, darı, mısır, buğday gibi tahılların hamurunun ekşitilmesiyle yapılan koyuca, tatlıveya mayhoşiçecek. |
boza gibi | * (sıvılar için) koyu ve bulanık. |
boza olmak | * utanmak, bozum olmak. |
bozacı | * Boza yapan veya satan kimse. |
bozacılık | * Boza yapma veya satma işi. |
bozahane | * Boza yapılan yer. |
bozarık | * Bozarmışolan. |
bozarma | * Bozarmak işi veya durumu. |
bozarmak | * Rengi boz olmak, renk değiştirmek, rengini atmak. |
bozayı | * Tehlikeli bir cins ayı. |
bozbakkal | * Karatavukgillerden, boz renkli ardıç kuşu (Turdus pil ris). |
bozca | * Rengi boza çalan. * İşlenmemiş, çalılık toprak, ham tarla. |
bozdoğan | * Bir doğan türü (Falco aesalon). * Yeniçeriler tarafından kullanılan ve atların eyerlerinde asılıduran altıtoplu gürz. |
bozdur bozdur harca | * çok az olan şeyler için alay olarak kullanılır. |
bozdurma | * Bozdurmak işi. |
bozdurmak | * Bozmak işini yaptırmak. |
Kategoriler