çatışma | * Çatışmak işi. * Silâhlı büyük kavga, arbede. * Savaşmaksadıyla düşmana karşı ilerleyen bir birliğin keşif ve güvenlik kollarıarasında ilk silâhlıvuruşma. * Türlü yönlerden uzanan kıvrımlıdağsıralarının, bir yerde dar bir açı ile birbirine yaklaşıp kaynaşmasıveya düğümlenmesi. |
çatışmak | * Birbirine çatmak veya çatılmak. * (söz, iddia veya davranışla) Birbirini tutmamak, birbirini çelmek, mütenakız olmak. * Karşılıklıvuruşmak. * Kavga etmek. * (deve ve köpek için) Çiftleşmek. * Aynızamana rastlamak. |
çatıştırma | * Çatıştırmak işi. |
çatıştırmak | * Birbirine çattırmak, kavga ettirmek, birbirine düşürmek. |
çatıyıalmak | * çatıya ulaşmak. |
çatkı | * Uç uca, birbirine çatılan şeylerin bütünü. * Sehpa. * Alından geçerek başın çevresine çember gibi bağlanan bağ, kaş bastı. * Bir işin bütününün veya parçalarının bir araya getirilmesinde uyulan yöntem. |
çatkılı | * Çatkısı olan. |
çatkılık | * Çift öküzlerini birbirlerine bağlayan çifte boyunduruklu ağaç. |
çatkın | * Çatık. |
çatkınlık | * Çatkın olma durumu. |
çatkısız | * Çatkısı olmayan. |
çatladın mı? | * aşırısabırsızlık gösterenlere söylenen kaba bir uyarma. |
çatlak | * Çatlamışolan. * Çatlamışyer. * Çatlama. * Deli. |
çatlak ses | * Pürüzlü, bozuk ses. |
çatlak zurna | * Çirkin sesli, geveze, boş boğaz. |
çatlaklık | * Çatlak olma durumu. * Çatlamışyer, çatlak. * Delilik. |
çatlama | * Çatlamak işi. * Tohumların dağılması için meyve kabuğunun yarılması, açılma. * Dalgaların sığkıyıya geldikleri zaman dökülüp köpürmesi, çatlak. * Uygun olmayan kuruma sonucu ağacın boyu yönündeki lif ayrılması. |
çatlamak | * Parçalarıayrılıp dağılmayacak biçimde yarılmak. * Bir yüzeyde kırışıklar, çizgiler oluşmak. * Aşırıyemekten, içmekten, yorgunluktan veya (bebek) ağlamaktan ölecek duruma gelmek veya ölmek. * Sıkıntı, sevinç, yalnızlık, heyecan, sabırsızlık, kıskançlık gibi ruhî durumlarıaşırıderecede duymak. |
çatlasa da (veya çatlasa da patlasa da) | * elinden gelen her çareye başvursa da. |
çatlatış | * Çatlatmak işi veya biçimi. |
çatlatma | * Çatlatmak işi. |
çatlatmak | * Çatlak duruma getirmek. * Çatlamasına yol açmak. * Aklınıkaçırmak. |
çatlayış | * Çatlatmak işi veya biçimi. |
çatma | * Çatmak işi. * Provada geçici olarak bir giysiye iliştirilmişolan parça. * Duvarlarıağaç gövdesinden birbirine takılarak ve çivisiz olarak yapılan yayla evi, yörük çadırı. * Bir çeşit döşemelik kumaş. * Ahşap yapılarda ağaç iskeletin temel parçaları. * Semerin ağaç kısmı. * Heykel yapımında çamuru ayakta tutan tel iskelet. |
çatma kaş | * Aralarında kılsız yer olmayıp birbirine kavuşmuşolan kaşlar. |
çatmak | * Değnek, kılıç, tüfek gibi uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak. * (kereste vb. gereci) Birbirine tutturmak. * Bir şeyi yapmak için gerekli parçaları bir araya getirmek. * (yükü hayvana) İki yanlıyüklemek. * (başa yemeni, çatkı, yazma gibi şeyleri) Bağlamak. * (kaş, yüz için) Sertlik, öfke bildiren bir duruma sokmak. * Üzücü olaylarla karşılaşmak. * Birine sert sözle söylemek veya yazılar yazmak. * Rastlamak, karşılaşmak. * Sırası gelmek, zamanı gelmek. |
çatpat | * Bkz. çatapat. |
çatra patra | * Bir dilin az çok ve yalan yanlışolarak konuşulduğunu anlatır. |
çattırma | * Çattırmak işi. |
çattırmak | * Çatmak işini yaptırmak. |
çav | * Ses, ün, haber. |
çav | * At, eşek gibi hayvanların erkeklik organı. |
çav | * Hoşça kal anlamında gençler arasında kullanılan bir söz. |
çavalye | * Balıkçıların tuttukları balıkları içine attıklarısepet. |
çavdar | * Buğdaygillerden, unlu tane veren bir bitki (Secale cereale). |
çavdar ekmeği | * Çavdar ve buğday unu karışımından yapılan ekmek. |
çavdarlı | * Çavdar katışmış. |
çavdarmahmuzu | * Buğdaygillerin ve en çok çavdarın başağıüzerinde türeyip koyu mor renkte bir horoz mahmuzunu andıran, 1-4 cm uzunlukta, 2-7 mm genişlikte, az çok kıvrık, kolayca kırılabilen, özel kokulu, silindir yapılıçubuklar hâlinde olan ve hekimlikte kullanılan askılımantarlardan biri (Claviceps purpurea). |
çavdarsız | * Çavdar katışmamışolan. |
çavelâ | * Tutulan balıkların içine konduğu sepet, çavalye. |
çavlan | * Çağlayanın büyüğü, şelâle. |
çavlanma | * Çavlanmak işi. |
çavlanmak | * Gürültüsü çevreye yayılmak. * Dillere düşmek, şüyu bulmak. |
çavlı | * Henüz ava alıştırılmamışdoğan yavrusu. |
çavmak | * Güneşdoğmak. * Dağılıp yayılmak, saçılmak. * Sapmak, yol değiştirmek, amaçtan şaşmak. |
çavşır | * Maydanozgillerden bir bitki ve bunun eczacılıkta kullanılan reçinesi (Opopanax chironium). |
Çavuldur | * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. |
çavun | * Hayvan derisinden veya çavdan yapılmışkırbaç. |
çavuş | * Osmanlıdevleti teşkilâtında çeşitli hizmetler yapan görevli. * Osmanlı ordusunda üst komutanların buyruklarınıast komutanlara ulaştıran görevli. * Onbaşıdan sonra gelen ve görevi manga komutanlığı olan er rütbesi. * Bir işin veya işçilerin başında bulunan ve onlarıyöneten sorumlu kimse. * Askerî okullarda sınıf birincisi. |
çavuşkuşu | * Çavuşkuşugillerden, uzun yay biçimli gagalı, güvercinden küçük, başısorguçlu, kısa kanatlı bir kuş, ibibik, hüthüt (Upopa epops). |
Kategoriler