camlatma | * Camlatmak işi. |
camlatmak | * Cam taktırmak. |
camlı | * Cam takılmış, cam geçirilmiş, camı olan. |
camlıköşk | * Saraylarda veya bahçelerde soğuktan korunmak için camla örtülmüşoda, salon. |
camlık | * Camlıçerçeve ile bölünmüşyer. * Çiçek, sebze gibi bitkileri dışetkenlerden korumak için yapılmışküçük limonluk, camekân. |
camsı | * Cam gibi saydam, cama benzer. * Yerin içinden yüze çıkan erimişsıcak maddelerin, soğuma sırasında billûrlaşmayıp biçimsiz olarak katılaşmışdurumu. |
camsız | * Camı olmayan. |
can | * İnsan ve hayvanlarda yaşamayısağladığına ve ölümle vücuttan ayrıldığına inanılan madde dışıvarlık. * Yaşama, hayat. * Güç, dirlik. * Kişi, birey. * İnsanın kendi varlığı, özü. * Gönül. * Bektaşîlik ve Mevlevîlikte tarikat kardeşi. * Yakınlık duygusu belirten bir seslenme sözü. * Çok içten, sevimli, sevilen, şirin. |
can acısı | * Vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı. |
can alacak nokta (veya yer) | * bir şeyin en önemli yeri. |
can alıcı | * En önemli, en çarpıcı. * Azrail. |
can alıp can vermek | * ölüm sıkıntısıve acısı içinde bunalmak. |
can arkadaşı | * Bkz. can dostu. can atmak |
can başüstüne | * istenilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağınıanlatır. |
can başına sıçramak | * çok korkmak. |
can bayılmak | * iç geçmek, takatsizlik göstermek. |
can beraber | * Çok sevgili. |
can beslemek | * kaygısızca yiyip içip rahatına bakmak. * başkasının yiyeceğini, içeceğini sağlamak. |
can boğazdan gelir (veya geçer) | * insan yiyeceğine önem vererek güçlenebilir veya yemeden yaşamak mümkün değildir. |
can borcunu ödemek | * ölmek. |
can bunaltısı | * Aşırıüzüntü sebebiyle canın sıkılma, bunalma hâli. |
can cana, baş başa | * herkesin kendi canının, kendi başının kaygısına düştüğü bir tehlike anınıanlatır. * birbirini seven iki kişi bir arada yalnız olarak. |
can ciğer | * Çok yakın, sıkıfıkı, pek içten (arkadaş). |
can ciğer kuzu sarması | * içli dışlı, candan, pek içten. |
can ciğer olmak | * birbiriyle çok yakın arkadaşolmak. |
can cümleden aziz | * insanın kendisi herkesten önce gelir. |
can çabası | * varlığınıkanıtlama amacıyla aşırı gayret. |
can çekişmek | * ölmek üzere bulunmak. * sona ermek, tükenmek, bitmek. |
can çekişmektense ölmek yeğdir | * bir işte çeşitli sıkıntıve üzüntülerle karşılaşıp olağanüstü gayret harcamaktansa o işten vazgeçmek daha iyidir. |
can çıkmayınca (veya çıkmadan) huy çıkmaz | * insanıalışkanlıklarından, huylarından vazgeçirmek mümkün değildir. |
can damarı | * En önemli veya hassas nokta, bir şeyin yaşaması için en önemli araç. |
can damarına basmak | * bir işin en önemli yönü üzerinde durmak. |
can dayanmamak | * bir şey karşısında insanın dayanıklılığıelden gitmek. |
can derdinde olmak | * zor bir durumdan kurtulmaya çalışmak. |
can derdine düşmek | * ölüm korkusuna kapılmak. |
can direği | * Kemanın içinde, alt ve üst kapaklarıarasında dikili duran çubuk. |
can dostu | * Pek içten dost. |
can düşmanı | * Aşırıdüşmanlık güden kimse, öldürmeyi bile düşünen düşman. |
can eriği | * Genellikle yeşilken yenen sert, sulu bir tür erik. |
can evi | * Yüreğin altındaki bölge. * En duyarlıyer, yürek. |
can evinden vurmak | * en etkileyici yönünden saldırmak. |
can feda | * Çok imrenilen iyi veya güzel şeyler, davranışlar karşısında söylenir, can kurban. |
can gelmek | * canlanmak, güçlenmek. |
can gözdesi | * Sevgili. |
can havli | * ölüm korkusu. can havli ile… * ölüm korkusundan doğan güçlü bir tepki ile. |
can kalmamak | * bitkin bir duruma gelmek, gücü tükenmek. |
can kaygısına düşmek | * her şeyden vazgeçip sadece kendi hayatınıkoruma veya kurtarma çabasında olmak. |
can korkusu | * Bkz. can havli. |
can korkusu | * Ölüm korkusu. |
can kulağı | * çok yakın dost, sırdaş. |
Kategoriler