çakıldama | * Çakıldamak işi. |
çakıldamak | * Sürtünen, yuvarlanan çakıl taşları gibi ses çıkarmak. |
çakıldatma | * Çakıldatmak işi. |
çakıldatmak | * Çakıldamak işini yaptırmak. |
çakılı | * Çivi, kazık gibi bir şeyle tutturulmuş. * Çakılmış bir şeye bağlı. * Yeri değişmez, sabit. |
çakılıkalmak | * bir yerde değişmeden durmak. |
çakılıp kalmak | * bir yerde uzun süre hareketsiz kalmak. |
çakıllı | * Çakılı olan. |
çakıllık | * Çakıl döşenmişveya birikmişyer. |
çakılma | * Çakılmak işi. |
çakılmak | * Çakmak işine konu olmak. * Hızla düşüp saplanmak. * Ortaya çıkmak, farkına varılmak, anlaşılmak. |
çakıltı | * Çakıl taşlarının ve onlara benzer şeylerin kımıldatılınca çıkardıklarıses. |
çakım | * Şimşek, çakın. * Kıvılcım, şerare. |
çakın | * Bkz. çakım. |
çakıntı | * Şimşek çakması, parlaması. * Anî buluş, düşünce, beklenmeyen söz veya davranış. |
çakıntılı | * Çakıntısı olan. |
çakıntısız | * Çakıntısı olmayan. |
çakır | * (göz için) Açık mavi, hareli elâ. * Çakırdoğan. |
çakır | * Şarap. |
çakır ayaz | * Açık ama çok soğuk hava. |
çakır çukur | * Çak çuk diye ses çıkararak. * Girintili çıkıntılı, pürüzlü yüzey. |
çakır pençe | * Tuttuğunu koparan, giriştiği veya ele aldığıher işi başaran, becerikli (kimse). |
çakır pençelik | * Tuttuğunu koparma, becerikli olma durumu. |
çakırcı | * Kuşavında çakırdoğanıtutan kimse. |
çakırcılık | * Çakırcının işi ve mesleği. |
çakırdiken | * Maydanozgillerden, hekimlikte kullanılan bir bitki, deve elması(Arctium tomentosum). |
çakırdikenlik | * Çakır dikeni bol olan yer. |
çakırdoğan | * Yırtıcıkuşlardan bir doğan çeşidi, toğrul (Accipiter gentilis). |
çakırkanat | * Kanatlarımavi hareli bir ördek çeşidi (Anas crecca). |
çakırkeyf | * Yarısarhoş. |
çakırkeyif | * Bkz. çakırkeyf. |
çakırlaşma | * Çakırlaşmak durumu. |
çakırlaşmak | * Çakırkeyf olmaya başlamak. * Olgunlaşmaya yüz tutmak. |
çakısız | * Çakısı olmayan. |
çakış | * Çakmak işi veya biçimi. |
çakışık | * Çakışmışolan. |
çakışma | * Çakışmak işi. |
çakışmak | * Birbirine geçip kenetlenmek; takılmak. * Söz yarışıetmek. * Doğru, açı, yüzey gibi geometrik biçimler üst üste konulduklarında birbirini bütünüyle örterek eşit olmak. * Aynızaman dilimi içinde bulunmak. |
çakışmalı | * Birbirine eşit şekiller. |
çakıştırma | * Çakıştırmak işi. |
çakıştırmak | * Çakışmak işini yaptırmak. * İçki içip keyfetmek. |
çakma | * Çakmak işi. * Vurup çakarak yapılmışkuyumcu işi, çukurlusuna dişi çakma, kabartmalısına da erkek çakma denir. * Bu işte kullanılan kuyumcu kalı bı. * Deri hastalığı, yara, çı ban. |
çakma kapı | * Genellikle iki kuşak üzerine tahtaların çivi ile tutturulmasıyöntemiyle yapılan basit kapı. |
çakmacı | * Çakma işini yapan kimse. |
çakmak | * Taşa vurulup kıvılcım çıkarılan çelik parçası. * Çelik, taş, cam, plâstik vb. maddeden yapılmışgaz veya benzinle dolu tutuşturma aleti. * Tabanca veya tüfeklerde bulunan tetik düzeni. |
çakmak | * Kuruyunca kalın kabuk bağlayan kabarcıklarla beliren ve genellikle yüzde çıkan bir deri hastalığı. |
çakmak | * Vurarak sokup yerleştirmek. * Çivi ile tutturmak. * Kazık çakıp hayvan bağlamak. * Kabul edilmeyecek bir şeyi kurnazlıkla kabul ettirmek. * Vurmak. * Bir şeyi başka bir şeye sürtmek, vurmak veya çarpmak. * Sezinlemek, anlamak, farkına varmak. * İçki içmek. * Saplamak. * Anlamak, bilmek. * Parıldamak, ışık vermek. |
çakmak çakmak | * ateşyakabilmek için çakmağıtutuşturmak. |
çakmak çakmak | * (gözler için) Parlar durumda, alev alev. |
çakmak taşı | * Demir veya çeliğe sürtüldüğünde kıvılcım çıkartan bir tür kuvars. * Düvenlerin altına çakılan küçük ve kesici taş. |
Kategoriler