canına yandığım (veya yandığımın) | * sevgi, hayranlık veya öfke gibi türlü duygular anlatır. |
canına yetmek | * katlanamayacak duruma gelmek, bezmek, bıkmak. |
canından bezmek (veya bıkmak, usanmak) | * ölümü göze alacak kadar sıkıntı içinde olmak. |
canından geçmek | * ölmek için hazır olmak. |
canını(bir yere) dar atmak | * bir tehlikeden güçlükle kurtularak bir yere sığınmak. |
canınıacıtmak | * birine acıvermek. |
canınıalmak | * (Tanrı) öldürmek. * canınıverdirecek kadar memnun etmek. * sıkıntıya sokmak. |
canını bağışlamak | * öldürülmesi gerekirken vazgeçmek. |
canını burnundan getirmek | * çok yormak, fazla çalıştırmak. |
canınıcehenneme göndermek (veya yollamak) | * öldürmek. |
canınıçıkarmak | * hırpalamak, çok yormak, yıprandırmak. |
canınıdişine almak (veya takmak) | * her tehlikeyi göze alarak işe girişmek. |
canınısıkmak | * keyfini bozmak, neşesini kaçırmak. |
canınısokakta bulmak | * sağlığıkorumak gerektiğini anlatan bir söz. |
canınıvermek | * kendini feda etmek. * hiçbir şey esirgememek. * bir şeye çok düşkün olmak, çok sevmek. |
canınıyakmak | * acıverecek biçimde cezalandırmak. * bir kimseyi, çok sıkıntıve zarara sokmak. |
canının derdine düşmek | * canından başka bir şey düşünemeyecek kadar sıkıntıda olmak. |
canının içine sokacağı gelmek | * çok hoşlanmak, çok sevmek. |
cani | * Cinayet işlemişolan kimse, kıyacı. |
canice | * Cani gibi, caniye yakışır (biçimde). |
canilik | * Cani olma durumu. |
canip | * Yan, taraf. |
caniyane | * Cani gibi, canice. |
cankurtaran | * Hastahane veya kliniklere hasta veya yaralıtaşımaya özgü araç, ambülâns. * Havuz veya plâjda yüzme bilmeyenleri uyaran, tehlikeden koruyan ve onlarıkurtaran kimse. |
cankurtaran çanı | * Tipili veya sisli havalarda sığınacak veya yönelecek yeri yolculara, gemilere belli etmek için kullanılan çan (veya düdük). |
cankurtaran düdüğü | * Cankurtaran çanı. |
cankurtaran gemisi | * Karaya oturan, yanan veya batma tehlikesi ile karşıkarşıya kalan gemileri kurtarmaya yarayan gemi. |
cankurtaran kulübesi | * Dağgeçitlerinde tipiden veya soğuktan korunmak icin sığınak olarak yapılmışkulübe. |
cankurtaran salı | * Deniz kazalarında kullanılmak üzere gemilerde bulundurulan sal. |
cankurtaran sandalı | * Deniz kazalarında veya gemi batmak üzere iken insanlarıkurtarmaya yarayan motorlu, kürekli sandal, filika. |
cankurtaran simidi | * Suda boğulma tehlikesine karşıkullanılan ve sudan hafif maddelerden, büyük simit veya yelek biçiminde yapılmış araç. |
cankurtaran şamandırası | * Denize düşenlerin kolayca belirlenip kurtarılmaları için denize bırakılan ve kazaya uğrayanların bulup kendilerini göstermeleri için kullanılan, parlak renkli, fosforlu şamandıra. |
cankurtaran yeleği | * Yelek biçiminde yapılmış cankurtaran aracı. |
cankurtaran yok mu! | * ölüm tehlikesi karşısında yardım isteme sözü. |
cankurtaranlık | * Cankurtaran olma durumu. |
canla başla | * Seve seve her türlü yorgunluğu göze alarak, var gücüyle. |
canlandırıcı | * Canlılık veren, canlılık kazandıran. * Bir canlıresim veya şema filmi için hareketliliği sağlayan tek tek resimleri yapan sanatçı. |
canlandırıcılık | * Canlandırıcı olma durumu. |
canlandırılma | * Canlandırılmak işi. |
canlandırılmak | * Canlandırmak işine konu olmak. |
canlandırım | * Ortada kalan kalıntılarına göre bir eserin ana tasarısına uygun olarak yeniden çizimi. |
canlandırma | * Canlandırmak işi. * Tek tek resimleri veya hareketsiz cisimleri gösterim sırasında hareket duygusu verebilecek biçimde düzenleme ve filme aktarma işi. * Kişileştirme. * Geçmiş bir olayın gelişmesini ve sonucunu aynı biçimde yansıtarak sunma. |
canlandırmak | * Canlanmasını sağlamak, canlanmasına yol açmak. * Yaşatmak, (birinin) kılığına girmek. * Yoğunluk, etkinlik kazandırmak. * Canlılık, tazelik, dirilik getirmek. |
canlanma | * Canlanmak işi. |
canlanmak | * Gücü artmak, diri duruma gelmek. * Etkinliği artmak, hareketlilik kazanmak. * Depreşmek. * Geçmişte yaşanan bir olay veya durum yeniden hatırlanmak. |
canlı | * Canı olan, diri, yaşayan. * Güçlü, etkili, hareketli, hayat dolu. * Yaşayıp yer değiştirebilen yaratık, hayvan. |
canlıcanlı | * Diri diri, henüz ölmemiş. * Heyecanla. |
canlıcenaze | * Çok zayıf, bir deri bir kemik kalmışkimse. |
canlımodel | * Figürlerle süslü veya heykeltıraşlıkta yararlanılan kadın veya erkek. |
canlımüzik | * Gazino, lokal vb. yerlerde yemek sırasında bir veya birkaç müzisyenin çalgıve sesleri ile parçaları seslendirmesi. |
Kategoriler