daraltı | * Dar gibi görünme veya olma. |
daraltıcı | * Boruların çaplarınıdaraltmakta kullanılan bağlantıparçası. |
daraltılma | * Daraltılmak işi. |
daraltılmak | * Daraltmak işi yapılmak. |
daraltma | * Daraltmak işi. |
daraltmak | * Dar duruma getirmek. * Sayıca azaltmak. |
darasınıalmak | * içine bir şey konulacak kabın ağırlığınıtartmak. |
darasınıdüşmek | * tarttıktan sonra kabın ağırlığınıhesaptan düşmek. |
darasız | * Darasıalınmadan. |
daraşlık | * Sıkıntılı ortam, durum, darlık. |
daraya atmak (veya çıkarmak) | * değer vermemek. |
darbe | * Vuruş, çarpış. * Bir ülkede baskıkurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirmek veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi, devirmek işi. * Birini kötü duruma düşüren, sarsan olay. |
darbe vurmak (veya indirmek) | * iyi olan bir durumu kötüye dönüştürmek. |
darbe yemek | * gücünü sarsıcı, yok edici bir durum almak. |
darbeci | * Vuran, çarpan kimse. * Darbe yaparak yönetime el koyan kimse. |
darbecik | * Küçük, hafif darbe. |
darbecilik | * Darbecinin işi. |
darbeleme | * Darbelemek işi. |
darbelemek | * Vurmak, çarpmak. * Yıkıma uğratmak. * Bir işi engellemek. |
darbımesel | * Atasözü, atalar sözü. |
darbuka | * Toprak veya madenden yapılan, bir yanıaçık, uzunca bir tür dümbelek. |
darbukacı | * Darbuka çalan kimse. |
darbukacılık | * Darbukacının işi veya mesleği. |
darca | * Biraz dar, pek genişolmayan, dar olarak. |
darda bulunmak | * para sıkıntısı içinde bulunmak. |
darda kalmak | * paraca sıkıntı içine girmek. * zor duruma düşmek. |
dardağan | * Palmiye cinsinden bir ağaç (Milium effusum). * Bu ağacın çitlembik büyüklüğünde, sert çekirdekli tatlıyemişi. |
dargın | * Darılmışolan, küskün. * Soğuk, ilgisiz. |
dargın durmak | * küskün durumda olmak. |
dargınlaşma | * Dargınlaşmak işi. |
dargınlaşmak | * Dargın bir durum almak. |
dargınlık | * Dargın olma durumu. |
darı | * Buğdaygillerden, tohumları gereğinde buğday yerine besin olarak kullanılan, kuraklığa dayanıklı bir bitki, akdarı(Panicum). * (bazı bölgelerde) Mısır. |
darıdarına | * Güçlükle, uç uca. |
darıunundan baklava, incir ağacından oklava olmaz | * kötü gereçle iyi işgörülemez. |
dârıdünya | * Dünya, yeryüzü. |
dârıfülfül | * Doğu Hint Adalarında yabanî olarak yetişen, tırmanıcı, meyveleri 6 cm uzunluğunda, 7 mm çapında, koni biçiminde, açık esmer renkli, yakıcıve keskin lezzetli, iştah açıcı bir bitki (Fructus Piperis longi). |
darılgan | * Çabuk alınıp darılan (kimse). |
darılganlık | * Çabuk alınıp darılma durumu. |
darılma | * Darılmak işi. |
darılmaca | * “Darılmak olmaz”, “sakın darılma” anlamında kullanılan darılmaca yok deyiminde geçer. |
darılmak | * Hoşa gitmeyen bir tutum, davranışveya söz dolayısıyla gücenip görüşmez olmak, ilgiyi kesmek. * Gücenmek, kırılmak, alınmak, incinmek. * Azarlamak, paylamak. |
darıltma | * Darıltmak işi. |
darıltmak | * Darılmasına sebep olmak. |
darısı başına | * bir başarı, bir mutluluk başkası için istendiğinde söylenir. |
darlaşma | * Darlaşmak işi. |
darlaşmak | * Daralmak. |
darlaştırma | * Darlaştırmak işi. |
darlaştırmak | * Daraltmak. |
darlık | * Dar olma durumu. * Geçim zorluğu. * İç sıkıntısı. |
Kategoriler