değmek | * Aralık kalmayıncaya kadar birbirine yaklaşmak, dokunmak, temas etmek. * Ulaşmak, erişmek. * İstenilen yere düşmek, rast gelmek, isabet etmek. |
değmek | * Değerinde olmak. * Karşılık olmak. * (zevk veren şeyler için) Hoşa gitmek. * Herhangi bir nitelikte olmak. * Eşdeğerde olmak. |
değnek | * Elde taşınacak incelikte düzgün ağaç, sopa. * Değnekle atılan dayak. |
değnek gibi | * çok zayıf ve ince. |
değnekçi | * Motorlu taşıtların çalıştığıyerlerde yolcuların binişve sıra düzenini sağlayan kimse, kâhya. * Şehir düzeni ile ilgili görevli. |
değnekçilik | * Değnekçinin yaptığı iş. |
değnekleme | * Değneklemek işi. |
değneklemek | * Değnekle vurmak. |
deh | * Binek veya koşum hayvanlarınıyürütmek için söylenen bir söz. |
deha | * İnsan zekâsının, insan kişiliğinin erişebileceği en yüksek kerte, dâhilik. * Dâhi. |
dehalet | * Sığınma, korunma. |
dehdeh | * Bkz. dahdah. |
dehhaş | * Aşırıkorku verici, dehşet saçıcı. |
dehleme | * Dehlemek işi. |
dehlemek | * Hayvanıdeh diyerek yürütmek. * Kovmak. |
dehlenme | * Dehlenmek işi. |
dehlenmek | * Dehlemek işi yapılmak. |
dehletmek | * Aşağılamak, hor görmek. |
dehliz | * Üstü kapalı, dar ve uzun geçit, koridor. |
dehşet | * Bir tehlike veya korkunç bir şey karşısında duyulan ürküntü, yılgı. * Olağanüstü. * Olağanüstü şeyler karşısında şaşma anlatır. |
dehşet saçmak | * ortalığa korku vermek. |
dehşete düşürmek | * dehşet içine sokmak. |
dehşete kapılmak (veya düşmek) | * çok korkmak. |
dehşetlenme | * Dehşetlenmek işi. |
dehşetlenmek | * Dehşete kapılmak. |
dehşetli | * Korku veya ürküntü veren. * Şaşırtıcı. * Çok fazla, son derece. |
deist | * Deizm yanlısı. |
deizm | * Tanrı’yıyalnızca ilk sebep olarak kabul eden, Tanrı için başka herhangi bir güç ve nitelik tanımayan, vahyi reddeden görüş. |
dejenere | * Soysuz. * Yoz. |
dejenere etmek | * soysuzlaştırmak, yozlaştırmak. |
dejenere olmak | * soysuzlaşmak, yozlaşmak. |
dejenereleşme | * Dejenereleşmek işi. |
dejenereleşmek | * Soysuzlaşmak. * Yozlaşmak. |
dejenerelik | * Soysuz, yoz; soysuzluk, yozluk. |
dek | * Kadar, gibi bir işin sona erdiği noktayıveya zamanıanlatır. |
dek | * Düzen, hile. * Tokuşma, çatışma. * Sağlam. |
dek | * Bkz. tek. |
dekadan | * XIX. yüzyıl sonlarında Fransa’da natüralistlere karşıçıkan sembolizm akımına öncülük etmişolan sanatçılara verilen ad. |
dekadanlık | * Dekadan olma durumu. |
dekagram | * Bir kilonun yüzde biri, dag. |
dekalitre | * On litrelik hacim ölçü birimi, dal. |
dekametre | * On metre uzunluğunda bir ölçü birimi, dam. |
dekan | * Fakültenin yönetiminden sorumlu profesör. |
dekanlık | * Dekanın görevi. * Dekanın makamı. |
dekar | * On ar (1000 m²) değerinde yüzey ölçü birimi. |
Dekartçı | * Descartes’in öğretisi ile ilgili, kartezyen. * Descartes felsefesini benimseyen kimse. |
Dekartçılık | * Descartes’in felsefesi. * Descartes’in öğretisi, kartezyenizm. |
dekaster | * On metreküplük hacim ölçüsü birimi. |
dekatlon | * 100 m koşusu, uzun atlama, gülle atma, yüksek atlama, 400 m koşusu, 110 m engelli koşu, disk atma, sırıkla yüksek atlama, cirit atma, 1500 m koşularını içeren atletizm yarışması. |
dekatloncu | * Dekatlon yarışmalarına katılan atlet. |
Kategoriler