deke düşmek | * hileye, oyuna gelmek. |
deklânşör | * Bir devre kesicinin işleyişini etkileyerek açılmasınıönleyen düzen. * Fotoğraf makinesinin resim çekilirken basılan düğmesi. |
deklârasyon | * Bildirme, duyurma, ilân etme. * Bir konunun kamuoyuna duyurulması için yapılan açıklama, bildiri. * Mal bildirimi. |
deklâre | * Bildirilmiş, ilân edilmiş. |
deklâre etmek | * bildirmek. * gümrüklerde vergi konusu olacak eşya vb.yi resmî makama bildirmek. |
dekolte | * Kollarının, göğüs ve sırtının bir bölümü açık kadın giysisi. * Açık. |
dekolte konuşmak | * açık saçık konuşmak. |
dekont | * Ödenmişveya ödenecek olan hesapların dökümü. * Kapatılan bir hesaptan yapılacak indirme. * Bütün indirmeler yapıldıktan sonra borçlu tarafından ödenecek, alacaklıtarafından alınacak olan miktar. |
dekor | * Tiyatro, sinema ve televizyonda sahneye konulan eserin yazıldığıyerin, çağının özelliklerini belirleyen çeşitli ögelerin (perde, aksesuar vb.nin) bütünü. * Bir yere süsleme amacıyla verilen düzen. * Görünüş, manzara. |
dekorasyon | * Dekor yapma işi. * Bir yeri süsleme. |
dekoratif | * Dekor olarak kullanılan, süslemeye yarayan, süsleyici, tezyinî. * Göstermelik. |
dekoratör | * Tiyatro, opera vb. dekorlarınıtasarlayan sanatçı. * İç mimar. |
dekoratörlük | * Dekoratör olma durumu. * Dekoratörün işi ve mesleği. |
dekorcu | * Mesleği dekor yapmak olan sanatçı. |
dekorculuk | * Dekorcu olma durumu. * Dekorcunun işi ve mesleği. |
dekore | * Süsleme amacıyla düzenlenmiş. |
dekore etmek | * (bir yere) süsleme amacıyla düzen vermek. |
dekovil | * Ray aralığı60 cm eninde veya daha az olan, arabaları buhar, hayvan veya insan gücüyle yürütülen, küçük demiryolu. |
dekstrin | * Nişastanın bölünmesinden elde edilen zamklı bir madde (C6 H10 O5). |
dekstroz | * Nişasta şekeri. |
delâlet | * Kılavuzluk, aracılık. * İz, işaret. |
delâlet etmek | * yol göstermek. * göstermek, anlatmak, demeye gelmek. * belirtmek. |
deldirme | * Deldirmek işi. |
deldirmek | * Delmek işini yaptırmak. * Geçersiz hâle getirmek. |
delecek | * Zımba. |
delegasyon | * Herhangi bir topluluğu temsil etmekle görevli yetkili kurul. |
delege | * Kendisine yetki verilerek bir yere veya birinin katına gönderilen kimse, elçi, murahhas. |
delegelik | * Delegenin görevi, murahhaslık. |
delep delep | * Parlayarak, parıl parıl. |
delepmek | * Parlamak. |
delgeç | * Mukavva, kâğıt, kayış, maden gibi şeylerde delik açmaya yarayan araç, delecek, zımba. |
delgi | * Maden, tahta, taşvb. üzerinde delik açmaya yarayan aygıt, matkap. |
delgiç | * Ucu sivri demirli, ağaçtan tutacak yeri olan ve tütün dikmeye yarayan araç. |
deli | * Aklınıyitirmişolan, aklî dengesi bozulmuşolan, mecnun. * Davranışlarıaşırıve taşkın olan (kimse), çılgın. * Aşırıderecede düşkün. * Coşkun, azgın. |
deli alacası | * Birbirini tutmayan parlak renklerden oluşan. |
deli bal | * Arıların zehirli çiçeklerden topladıkları bal. |
deli balta | * Acımasız, gaddar, zalim kimse. |
deli bayrağıaçmak | * şık olmak. |
deli bozuk | * Günü gününe, sözü sözüne uymayan. |
deli bozukluk | * Deli bozuk olma durumu. |
deli çıkmak | * çıldırmak. * çok sinirlenmek. |
deli dana hastalığı | * İngiltere’de büyük başhayvanlarda görülen eden bulaşıcıve öldürücü bir hastalık. |
deli dana(lar) gibi dönmek | * ne yapacağını bilemeyerek, şaşkınca davranmak. |
deli deli | * Delice. |
deli divane | * Çılgın, aşırıdeli. |
deli divane (âşık) olmak | * aşırıderecede sevmek. |
deli divane olmak | * mutlu olmak, bir kimseyi, bir şeyi aşırıderecede sevmek. |
deli dolu | * İlerisini gerisini düşünmeden davranan, rastgele konuşan, patavatsız. |
deli etmek | * çılgına çevirmek. |
deli fişek | * Delişmen ve atak. |
Kategoriler