derin soğutucu | * Buzdolabı düzeni içinde çok yüksek soğutucu özelliği olan bir tür buzdolabı. |
derin uyku | * Uyanılması güç uyku, ağır uyku. |
derince | * Biraz derin. |
derinden | * En ince ayrıntısına kadar, etraflıca. * Pek belli olmayan uzak bir yerden. * İçten. |
derinden derine | * Uzaklardan. * En iyi biçimde, en ince ayrıntılarına kadar. |
derinlemesine | * Çok ayrıntılı olarak. |
derinleşme | * Derinleşmek durumu. |
derinleşmek | * Derin duruma gelmek. * Bir konuda köklü, sağlam bilgi edinmek, bilgisini genişletmek. * Ses kaynağıuzaklaşarak az duyulur duruma gelmek. |
derinleştirme | * Derinleştirmek durumu, tamik. |
derinleştirmek | * Derin duruma getirmek. * Ayrıntılarına kadar incelemek, derinliğine incelemek. |
derinletme | * Derinletmek işi. |
derinletmek | * Derin duruma getirmek. |
derinliğine | * Derin olarak, derinlemesine. |
derinlik | * Bir şeyin dip tarafının yüzeye, ağıza olan uzaklığı. * Bir cismin en ve boy dışındaki üçüncü boyutu. * Bulunulan yere göre uzakta olan yer. * Özüne inerek ayrıntılarıyla kavrama gücü. * Varlığın içi, özü. * Varlığı ortaya çıkarılamamış, kanıtlanamamışşey. * Yanaşık veya dağınık düzende bulunan bir birliğin en ileride olan kısmının başından, en geride bulunan kısmının sonuna kadar olan uzaklık. * Borsada az sayıda hisse senedinin el değiştirmesi. |
derinlik kayaçları | * Yer kabuğunun derinlerinde, büyük kütleler biçiminde katılaşmışmagma kayaçları. |
derinlik ölçümü | * Deniz derinliğinin veya yüksekliğinin özel bir aletle belirlenmesi işlemi. |
derinlikölçer | * Denizin derinliğini ölçmeye yarayan alet. |
derinti | * Toplantı. * Gelişigüzel toplanmışeşya. * İnsan kalabalığı, güruh. |
derisi dikenliler | * Beşli bakışımlıdenizkestaneleri denizhıyarları, denizyıldızlarıdeniz yılanlarıve denizlâlelerini içine alan deniz hayvanlarıdalı. |
derisi kemiklerine yapışmak | * çok zayıflamak. |
derisine sığmaz | * çok kibirli. |
derisini yüzmek | * derisini soymak, sıyırmak. * birinin bütün varlığınıelinden almak. * işkence ederek öldürmek. |
derişik | * Derişmişolan, mütemerkiz, müteksif, konsantre, seyreltik karşıtı. |
derişiklik | * Derişik olma durumu. |
derişme | * Derişmek durumu. * Bir cismin, birleşimindeki suyu yitirerek daha koyu kıvama gelmesi, konsantrasyon. |
derişmek | * Bir nokta dolayında toplanmak, temerküz etmek. * Bir sıvı, içindeki su veya sıvımiktarıazalarak koyulaşmak, tekâsüf etmek. |
derivasyon | * Yatağınıdeğiştirme. |
derk | * Anlama, kavrama. |
derk etmek | * anlamak, kavramak. |
derken | * dendiği hâlde. * tam o sırada. * diye davranırken. * diye düşünürken. |
derken | * Bkz. demek. |
derkenar | * (yazıda) Sayfa kenarına kaydedilen yazı, çıkma. |
derkenar etmek | * bir kitabın sayfalarının veya yazının kenarına not düşmek. |
derlem | * Koleksiyon. |
derlemci | * Koleksiyoncu. |
derlemcilik | * Koleksiyonculuk. |
derleme | * Derlemek işi, tedvin. * Seçilip toplanmış. |
derlemek | * Seçme yaparak toplamak, bir araya getirmek, tedvin etmek. * Düzgün bir biçimde toplamak. |
derlenme | * Derlenmek işi. |
derlenmek | * Derlemek işi yapılmak, toplanmak, düzene girmek. |
derleyici | * Derleme yapan kimse. |
derleyicilik | * Derleyicinin yaptığı iş. |
derleyip toplamak (veya toparlamak) | * dağınık olan şeyleri bir araya getirip düzenlemek, düzene sokmak. |
derli toplu | * Düzenli, dağınık olmayan, düzen verilmiş. * Düzenli bir biçimde. |
derman | * Güç, takat, mecal. * İlâç. * Çıkar yol, çare. |
dermanıkesilmek (veya dermandan kesilmek) | * yorgunluktan güçsüzleşmek. |
dermansız | * Gücü kalmamış, bitkin. |
dermansızlaşma | * Dermansızlaşmak işi. |
dermansızlaşmak | * Gücü kalmamak, güçsüz duruma gelmek, güçsüzleşmek. |
dermansızlık | * Güçsüzlük, bitkinlik, zafiyet. |
Kategoriler