dizilmek | * Dizi durumuna getirilmek, dizmek işi yapılmak. * Sıraya girmek. |
dizim | * Dizilmek işi, dizme. * Söz zincirinde birbirini izleyen ve belli bir birim oluşturan ögeler birleşimi, sentagma. |
dizim dizim | * Dizilmişolarak, dizi dizi. |
dizin | * Bir kitabın veya derginin kişi, konu, yer adıvb. bakımından içindekileri yer numarasıyla belirten ve eserin arkasında yer alan alfabetik liste, indeks, fihrist. * Belli bir konuda çıkan kitap ve dergideki yazılarla ilişkiyi sağlayan ve ayrı bir kitap veya süreli yayın biçiminde çıkan eser. * Kitaplık, belge vb. için düzenlenen belli bir bilginin veya belgenin bulunduğu yeri gösteren düzenli liste. |
dizini dövmek | * çok pişman olmak. |
diziş | * Dizmek işi veya biçimi. |
dizleme | * Dizlemek işi. |
dizlemek | * Dize kadar batmak. * Dizini kullanarak bastırmak. |
dizleri kesilmek (veya tutmamak) | * dizlerinde derman, güç kalmamak. |
dizlerine kapanmak | * çok yalvarmak. |
dizlerine kara su inmek | * beklemekten veya yorgunluktan güçsüz kalmak. |
dizlerinin bağıçözülmek | * korkudan ayakta duramayacak duruma gelmek. |
dizlik | * Dize, korumak amacıyla geçirilen şey. * Dize kadar uzanan konçlu çorap. * İç donu. * Şalvar. * İşönlüğü. |
dizme | * Dizmek işi. |
dizmek | * Bazınesneleri ipliğe, tele vb. ne geçirmek. * Yan yana veya üst üste sıralamak. * (basım evinde) Harfleri yan yana getirerek yazı düzenlemek. * Düzenlemek, hazırlamak. |
dizmen | * (basım evinde) Dizgici, mürettip. |
dizüstü | * Dizler üzerinde durabilen veya dizler üzerine konduğunda çalıştırılabilen araç. |
dizyem | * Sıcakölçerde santigradın onda biri. |
do | * Gam (II) dizisinde “si” ile “re” arasındaki ses. * Bu sesi gösteren nota işareti. |
do anahtarı | * Portenin üzerine çizilen ve o çizgideki notaya adınıveren anahtar. |
dobra dobra | * Sakınmadan, çekinmeden (söylemek, konuşmak). |
doçent | * Üniversitelerde profesörden önceki basamakta bulunan öğretim üyesi. |
doçentlik | * Doçent olma durumu. * Doçentin görevi. |
Dodurga | * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. |
dogma | * Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli yapılan sav, nas. |
dogmacı | * Dogmacılıkla ilgili. * Dogmacılık yanlısı olan kimse. |
dogmacılık | * Öne sürülen öğreti ve ilkeleri eleştirmeden doğru olarak benimseyen ve benimsediği var sayımlardan katı bir yöntemle önermeler türeten anlayış, dogmatizm. |
dogmalaştırma | * Dogmalaştırmak işi. |
dogmalaştırmak | * Bir inancıdogma durumuna getirmek. |
dogmatik | * Deney bilgisini, deneye dayanan kanıtlarıhiçe sayarak, kanılarını inanç öğretilerinden çıkaran (düşünce biçimi). * Felsefe ve din dogmalarının bilimsel (mantıksal) ve sıralı bir yolla ortaya konuluşu. |
dogmatik felsefe | * Eleştirmeciliğin ve kuşkuculuğun tersine olarak, her türlü inkâr ve kuşkunun üstünde tutulan birtakım ilkeleri benimseyen felsefe. |
dogmatizm | * Dogmacılık. |
doğa | * Tabiat. * İnsan eliyle büyük değişikliğe uğramamışdoğal güzelliklerini koruyan, genellikle şehir dışıkesim. |
doğa bilgisi | * Tabiat bilgisi. |
doğa bilimci | * Tabiatın çeşitli özellikleri üzerinde çalışan, araştırma yapan, tabiatçı. |
doğa bilimcilik | * Doğa bilimcisinin işi, uğraşısı. |
doğa bilimleri | * Tabiat bilimleri, olaylarıve yasaları olan fizik, kimya, gök bilimi gibi bilimler. |
doğa dışı | * Doğaya aykırı, tabiata aykırı, gayritabiî. |
doğa ötesi | * Duyularımızla algılayamadığımız varlıkların sebeplerini ve temellerini araştıran felsefe, fizik ötesi, metafizik. * Akıl ve sezgiyle elde edilen ilk ilkeleri veya mutlak bilgiyi konu alan felsefe, fizik ötesi, metafizik. * Bu felsefeyle ilgili olan. |
doğa yasası | * Doğa olaylarının bağlı olduğu yasa. |
doğacak | * Gelecek. |
doğacı | * Doğacılık yanlısı olan, natürist. |
doğacılık | * Toplumsal kuruşların ve yaşayış biçiminin doğaya dönük olmasınıamaç edinen öğreti, natürizm. |
doğaç | * Şiir veya sözü birdenbire, düşünmeden, içine doğduğu gibi söyleme, irtical. |
doğaçlama | * Doğaçlamak işi. * O anda, birdenbire. |
doğaçlama tiyatro | * İçten geldiği gibi, irticalen gerçekleştirilen oyun. |
doğaçlamak | * İçten gelerek söylemek, irticalen dile getirmek. * O anda şiir söylemek, irticalen şiir söylemek. |
doğaçtan | * Birdenbire, düşünmeden, içine doğduğu gibi (söylemek, konuşmak), irticalen. |
doğal | * Tabiî. * Tabiatın düzenine ve gereklerine uygun, tabiî. * Kendiliğinden, insan eliyle yapılmamış. |
doğal ayıklanma | * Darwin’e göre doğada ve toplumda canlıtürlerin arasındaki var olma savaşınıen güçlülerin, çevreye en iyi uyabilenlerin kazandıklarını; güçsüzlerin, çevreye uyamayanların ise ortadan kalktıklarınısavunan öğreti. |
Kategoriler