doğruca | * Doğruya yakın. * Hiçbir yöne sapmadan; dolaylı olmayarak, dolaşmayarak. |
doğrucu | * Her şeyin doğrusunu söylemeyi huy edinmişolan (kimse). |
doğrucu davut | * her şeyin doğrusunu yapmayıveya söylemeyi huy edinmişkimseler için kullanılır. |
doğruculuk | * Doğrucu olma durumu. * Bir insanın söz ve hareketleriyle kanaat ve inançlarının, düşünüşünün uyuşması. |
doğrudan | * Aracısız. |
doğrudan doğruya | * Dolaysız, araçsız, araya başka bir şey girmeden, resen. |
doğrulama | * Doğrulamak işi, teyit, tasdik. * Bir var sayımın doğruluğunu denetlemek için, deney ve mantıkî tanıtlama yoluyla yapılan işlemlerin bütünü. |
doğrulamak | * Bir şeyin doğru olduğunu ortaya koymak, desteklemek, teyit etmek, tasdik etmek. * Bir önermenin doğruluğunu veya yanlışlığını belirlemek amacıyla olayları inceleyip araştırmak. |
doğrulanma | * Doğrulanmak işi. |
doğrulanmak | * Doğrulamak işine konu olmak veya doğrulamak işi yapılmak. |
doğrulma | * Doğrulmak işi. |
doğrulmak | * Eğik veya eğri bir şey, düz bir duruma gelmek. * (oturan veya yatan bir kimse için) Toparlanmak, dik bir duruma gelmek. * (para için) Sağlanmak, kazanılmak. * Yönelmek. * Yeniden güçlenmek, kalkınmak. |
doğrultma | * Doğrultmak işi. |
doğrultmaç | * İki yönlü bir dalgalıakımı, bir yönlü doğru akıma çevirmeye yarayan aygıt, redresör. |
doğrultmak | * Doğrulmasını sağlamak, doğru duruma getirmek. * Düzeltmek. * Yöneltmek. * Yön bulmak. * (para için) Sağlamak, kazanmak. |
doğrultman | * Bir nokta veya bir çizginin hareketine az veya çok yön vererek bu hareketi yöneten şey. * Çizgi oluşturan noktanın veya yüzey oluşturan çizginin yönelmesi gereken doğrultuyu gösteren çizgi veya düzlem. |
doğrultu | * Yön, istikamet. * Tutulan, izlenen yol. * Paralel olmayan iki sonsuz doğruyu birbirinden ayırt ettiren durum veya belli bir sonsuz doğrunun belirttiği tek yol, istikamet. |
doğrulu | * Bir doğru boyunca, olan, müstakim. |
doğruluk | * Doğru olma durumu, doğru olana yakışır davranış, dürüstlük. * Düşüncenin gerçekle uyuşması; yargıve önermelerin gerçeğe uygun olması. |
doğrulum | * Yönelim, tropizm. |
doğrusal | * Bir doğru ile ilgili olan; bir doğruyu izleyen. * (bir doğrunun denklemi birinci dereceden olduğu için) Birinci derece ifadelerine, genel olarak verilen sıfat. |
doğrusu | * Gerçeği söylemek gerekirse, gerçek şu ki. |
doğu | * Güneşin doğduğu ana yön, gün doğusu, şark, maşrık. * Bulunulan yere göre güneşin doğduğu yönde kalan bölge. * Avrupa’ya göre Asya ve Kuzeydoğu Afrika’nın bir bölümü. * Bu yönle ilgili, bu yönde olan, şarkî. * Güneş’in 21 Mart ve 23 Eylülde doğduğu yön. |
doğu bilimci | * Doğu bilimi uzmanı, şarkiyatçı, müsteşrik, oryantalist. |
doğu bilimi | * Avrupa’ya göre doğuda yer alan ulusların dillerini, tarihlerini, kültür ve törelerini inceleyen bilim, şarkiyat, oryantalizm. |
Doğu Bloku | * Doğu Avrupa ülkelerinin II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturduğu, 1990’lıyıllarda dağılan siyasî blok. |
doğu kayını | * Doğu bölgelerinde yetişen bir tür kayın ağacı. |
doğu noktası | * Güneşçemberi merkezinin 21 Mart ve 23 Eylülde ufkunda doğduğu nokta. |
Doğu Türkçesi | * Hazar Denizi’nin ve Türkmenistan’ın doğusunda kalan Türklerin kullandığıdil. |
doğulu | * Doğu ülkelerinden olan veya doğu uygarlığını benimsemiş(kimse), şarklı. |
doğululaşma | * Doğululaşmak işi. |
doğululaşmak | * Doğu yaşayışını benimsemek. |
doğululuk | * Doğulu olma durumu, şarklılık. * Doğu ahlâk, görenek ve geleneklerine bağlı olma durumu. |
doğum | * Doğmak fiili, tevellüt, velâdet. * Bir kimsenin doğduğu yıl. |
doğum evi | * Doğum yapılan sağlık kuruluşu. |
doğum günü | * Bir kimsenin doğduğu gün. |
doğum ilmühaberi | * Çocuk doğunca resmî görevlilerce hazırlanan belge. |
doğum kontrolü | * Doğumların sınırlandırılmasıveya istemeyerek gebe kalmanın önlenmesi için uygulanan yöntemlerin bütünü. |
doğum odası | * İçinde doğum yapılan hastahane odası. |
doğum oranı | * Bir ülkedeki doğumların sayısal durumu. |
doğum sancısı | * Doğum yaparken duyulan sancı. * Yeni bir duruma geçilirken çekilen zorluklar. |
doğum tarihi | * Bir kimsenin doğduğu tarih. |
doğum yapmak | * doğurmak. |
doğum yeri | * Bir kimsenin doğduğu köy, ilçe veya şehir. |
doğumhane | * Doğum evi. |
doğumlu | * Belirli bir yılda doğmuş, tevellütlü. |
doğumsal | * Doğumdan, soydan gelen. |
doğuranlar | * Hayvanların yavru doğurma yoluyla üreyen sınıfı. |
doğurgan | * Çok doğuran. * Çok eser veren, velût. |
doğurganlaşma | * Doğurganlaşmak işi veya durumu. |
Kategoriler