Kategoriler
D SÖZLÜK Türkçe Sözlük

Türkçe Sözlük D Sayfa 61

doğruca * Doğruya yakın.
* Hiçbir yöne sapmadan; dolaylı olmayarak, dolaşmayarak.
doğrucu * Her şeyin doğrusunu söylemeyi huy edinmişolan (kimse).
doğrucu davut * her şeyin doğrusunu yapmayıveya söylemeyi huy edinmişkimseler için kullanılır.
doğruculuk * Doğrucu olma durumu.
* Bir insanın söz ve hareketleriyle kanaat ve inançlarının, düşünüşünün uyuşması.
doğrudan * Aracısız.
doğrudan doğruya * Dolaysız, araçsız, araya başka bir şey girmeden, resen.
doğrulama * Doğrulamak işi, teyit, tasdik.
* Bir var sayımın doğruluğunu denetlemek için, deney ve mantıkî tanıtlama yoluyla yapılan işlemlerin
bütünü.
doğrulamak * Bir şeyin doğru olduğunu ortaya koymak, desteklemek, teyit etmek, tasdik etmek.
* Bir önermenin doğruluğunu veya yanlışlığını belirlemek amacıyla olayları inceleyip araştırmak.
doğrulanma * Doğrulanmak işi.
doğrulanmak * Doğrulamak işine konu olmak veya doğrulamak işi yapılmak.
doğrulma * Doğrulmak işi.
doğrulmak * Eğik veya eğri bir şey, düz bir duruma gelmek.
* (oturan veya yatan bir kimse için) Toparlanmak, dik bir duruma gelmek.
* (para için) Sağlanmak, kazanılmak.
* Yönelmek.
* Yeniden güçlenmek, kalkınmak.
doğrultma * Doğrultmak işi.
doğrultmaç * İki yönlü bir dalgalıakımı, bir yönlü doğru akıma çevirmeye yarayan aygıt, redresör.
doğrultmak * Doğrulmasını sağlamak, doğru duruma getirmek.
* Düzeltmek.
* Yöneltmek.
* Yön bulmak.
* (para için) Sağlamak, kazanmak.
doğrultman * Bir nokta veya bir çizginin hareketine az veya çok yön vererek bu hareketi yöneten şey.
* Çizgi oluşturan noktanın veya yüzey oluşturan çizginin yönelmesi gereken doğrultuyu gösteren çizgi veya
düzlem.
doğrultu * Yön, istikamet.
* Tutulan, izlenen yol.
* Paralel olmayan iki sonsuz doğruyu birbirinden ayırt ettiren durum veya belli bir sonsuz doğrunun
belirttiği tek yol, istikamet.
doğrulu * Bir doğru boyunca, olan, müstakim.
doğruluk * Doğru olma durumu, doğru olana yakışır davranış, dürüstlük.
* Düşüncenin gerçekle uyuşması; yargıve önermelerin gerçeğe uygun olması.
doğrulum * Yönelim, tropizm.
doğrusal * Bir doğru ile ilgili olan; bir doğruyu izleyen.
* (bir doğrunun denklemi birinci dereceden olduğu için) Birinci derece ifadelerine, genel olarak verilen sıfat.
doğrusu * Gerçeği söylemek gerekirse, gerçek şu ki.
doğu * Güneşin doğduğu ana yön, gün doğusu, şark, maşrık.
* Bulunulan yere göre güneşin doğduğu yönde kalan bölge.
* Avrupa’ya göre Asya ve Kuzeydoğu Afrika’nın bir bölümü.
* Bu yönle ilgili, bu yönde olan, şarkî.
* Güneş’in 21 Mart ve 23 Eylülde doğduğu yön.
doğu bilimci * Doğu bilimi uzmanı, şarkiyatçı, müsteşrik, oryantalist.
doğu bilimi * Avrupa’ya göre doğuda yer alan ulusların dillerini, tarihlerini, kültür ve törelerini inceleyen bilim, şarkiyat,
oryantalizm.
Doğu Bloku * Doğu Avrupa ülkelerinin II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturduğu, 1990’lıyıllarda dağılan siyasî blok.
doğu kayını * Doğu bölgelerinde yetişen bir tür kayın ağacı.
doğu noktası * Güneşçemberi merkezinin 21 Mart ve 23 Eylülde ufkunda doğduğu nokta.
Doğu Türkçesi * Hazar Denizi’nin ve Türkmenistan’ın doğusunda kalan Türklerin kullandığıdil.
doğulu * Doğu ülkelerinden olan veya doğu uygarlığını benimsemiş(kimse), şarklı.
doğululaşma * Doğululaşmak işi.
doğululaşmak * Doğu yaşayışını benimsemek.
doğululuk * Doğulu olma durumu, şarklılık.
* Doğu ahlâk, görenek ve geleneklerine bağlı olma durumu.
doğum * Doğmak fiili, tevellüt, velâdet.
* Bir kimsenin doğduğu yıl.
doğum evi * Doğum yapılan sağlık kuruluşu.
doğum günü * Bir kimsenin doğduğu gün.
doğum ilmühaberi * Çocuk doğunca resmî görevlilerce hazırlanan belge.
doğum kontrolü * Doğumların sınırlandırılmasıveya istemeyerek gebe kalmanın önlenmesi için uygulanan yöntemlerin
bütünü.
doğum odası * İçinde doğum yapılan hastahane odası.
doğum oranı * Bir ülkedeki doğumların sayısal durumu.
doğum sancısı * Doğum yaparken duyulan sancı.
* Yeni bir duruma geçilirken çekilen zorluklar.
doğum tarihi * Bir kimsenin doğduğu tarih.
doğum yapmak * doğurmak.
doğum yeri * Bir kimsenin doğduğu köy, ilçe veya şehir.
doğumhane * Doğum evi.
doğumlu * Belirli bir yılda doğmuş, tevellütlü.
doğumsal * Doğumdan, soydan gelen.
doğuranlar * Hayvanların yavru doğurma yoluyla üreyen sınıfı.
doğurgan * Çok doğuran.
* Çok eser veren, velût.
doğurganlaşma * Doğurganlaşmak işi veya durumu.

Bir yanıt yazın