dolamık | * Bir tür ağ, bir tür avcıtuzağı. |
dolan | * 343 yalan dolan. |
dolan taşı | * Mineralleri gözle görülebilen, benekli ve yeşilimtırak renkli gabro ile bazalt arasıpüskürük kütle. |
dolandırıcı | * Birini aldatarak mal veya parasınıalan (kimse). |
dolandırıcılık | * Dolandırıcı olma durumu veya dolandırıcıya yakışır iş. |
dolandırılış | * Dolandırılmak işi veya biçimi. |
dolandırılma | * Dolandırmak işine konu olmak. |
dolandırılmak | * Dolandırmak işine konu olmak. |
dolandırış | * Dolandırmak işi veya biçimi. |
dolandırma | * Dolandırmak işi. |
dolandırmak | * Birini aldatarak parasınıveya malınıelinden almak. * Dolaştırmak. |
dolanıdolanı | * Dolanarak, gezerek. |
dolanım | * Tedavül, sirkülâsyon. |
dolanış | * Dolanmak işi veya biçimi. |
dolanlı iflâs | * Hileli iflâs. |
dolanma | * Dolanmak işi. |
dolanmak | * Bir şeyin çevresine sarılmak. * Bir şeyin çevresinde dönmek, gezmek. * Karışmak, dolaşmak. * Gelişigüzel gezmek. |
dolantı | * Gezip dolaşılan yer, alan. |
dolap | * Genellikle tahtadan yapılmış, bölme veya çekmelerine eşya konulan, kapaklımobilya. * Dönerek çalışan ve özellikle su çeken düzen. * Bkz. dönme dolap. * Düzen, hile, manevra. * (İstanbul bedesteninde) Dükkân. |
dolap beygiri | * Kuyudan su çekip bahçe ve bostanlarısulamaya yarayan çarklı düzeni işleten, döndüren at, eşek veya katır. |
dolap beygiri gibi dönüp durmak (veya dolaşmak) | * dar bir çevrede hiç değişmeyen yorucu bir işi yapmak. |
dolap çevirmek (veya döndürmek) | * hile ve dalavere ile işyapmak. |
dolapçı | * Dolap yapan veya satan kimse. * Dolap işleten kimse. * Hileci, düzenci. |
dolar | * Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada gibi devletlerin para birimi. |
dolaş | * Bkz. sarmaşdolaş. |
dolaşık | * (saç, ip vb. için) Karışık. * Dolaşarak giden (yol). * Kolay çözülmeyecek veya içinden çıkılmayacak derecede karışık. * Amacıdoğrudan doğruya değil de, dolayısıyla sezdiren. |
dolaşıklık | * Dolaşık olma durumu. |
dolaşıksız | * Dolaşık olmayan. |
dolaşılma | * Dolaşılmak işi. |
dolaşılmak | * Gezilmek. |
dolaşım | * Dolaşmak işi. * Kalbin sürekli olarak kasılıp gevşemesiyle kan ve lenfin damarlar içinde durmadan yer değiştirmesi, deveran. |
dolaşma | * Dolaşmak işi. |
dolaşmak | * Gezmek, gezinmek. * Doğru gitmeyip yolu uzatmak veya (yol) uzamak. * Dönüp başka bir yönden gelmek. * (kan için) Akmak. * Saç, iplik vb. şeyler birbirine karışarak güç çözülür duruma gelmek. * Çok kimse tarafından söylenmek. * Bir yeri belli bir amaçla gezmek. * Denetlemek amacıyla bir yeri gezmek. * (nefes, el için) Bir şey üzerinde hafifçe hareket etmek. * Gezinmek. * Belirmek. |
dolaştırılma | * Dolaştırılmak işi. |
dolaştırılmak | * Dolaştırmak işine konu olmak. |
dolaştırma | * Dolaştırmak işi. |
dolaştırmak | * Dolaşmak işini yaptırmak. |
dolay | * Bir yeri saran başka yerlerin bütünü, çevre, havali, etraf. |
dolay kutupsal | * Kutup yakınında olan. * Herhangi bir yere göre 24 saat içinde çizdiği çember ufkun üstünde kalıp kendisi hiç batmayan (yıldız). |
dolayı | * Dolay, çevre. * Ötürü, yüzünden, sebebiyle. |
dolayıdolayı | * Dolaşarak, dönerek. |
dolayısıyla | * Bağlı olarak doğrudan doğruya olmayarak. * Sebebiyle, yüzünden, … -dan (-den) ötürü. |
dolaylama | * Süslü, sanatlıedebî söz: Atatürk yerine Büyük Kurtarıcıveya Türkiye’nin kalbi Ankara demek gibi. |
dolaylı | * Doğrudan doğruya olmayan, dolayısıyla olan, vasıtalı, bilvasıta. |
dolaylıanlatmak | * anıştırmak, ima etmek. |
dolaylıözne | * Bkz. sözde özne. |
dolaylıtümleç | * Fiilin anlamını bütünleyen ve yönelme, kalma, çıkma durumlarından birinde bulunan veya edat alan tümleç. |
dolaylıvergi | * Yükümlüsü önceden bilinmeyen, malısatın alanıyükümlendiren, tüketiciden alınan vergi. |
dolaysız | * Doğrudan doğruya olan, araya herhangi bir araç girmeden, vasıtasız, bilâvasıta. |
dolaysız vergi | * Yükümlüsü önceden bilinenden doğrudan doğruya alınan vergi. |
Kategoriler