doldurma | * Doldurmak işi. * Bkz. yükleme. * Gereksiz sözler ve benzetmelerle dolu anlatım. |
doldurmak | * Dolmasını sağlamak, dolu duruma getirmek. * (ateşli silâhlar için) İçine mermi sürmek. * Bildirge, çizelge, fişgibi basılıkâğıtların boşyerlerini tamamlamak. * Yaşını, yılını bitirmek. * Birini başkası için kötü düşünecek bir duruma getirmek. * (ses, koku için) Yayılıp kaplamak. * Belirli bir süreyi kaplamak, almak. * Canlandırmak. |
doldurtma | * Doldurtmak işi. |
doldurtmak | * Doldurmak işini yaptırmak. |
doldurulma | * Doldurulmak işi. |
doldurulmak | * Dolu bir duruma getirilmek. * (biri) Başkası için kötü düşünecek bir duruma getirilmek. |
dolduruş | * Doldurmak işi veya biçimi. |
dolduruşa getirmek | * (birini) önceden hazırlamak, kötü düşünecek hâle sokmak. |
dolgu | * Bir oyuğun, bir kovuğun içine doldurulan madde. * Cevher alınmasından sonra oluşan boşlukların doldurulma işleminde kullanılan taş, toprak ve benzeri malzeme. * Toprak doldurma işlemi; bu işlemin sonucu. |
dolgu yapmak | * doldurmak. * çürük dişleri temizleyip oyuğu, uygun bir madde ile doldurmak. |
dolgulu | * İçinde dolgu maddesi olan, doldurulmuş. |
dolgun | * Dolarak biçimi yuvarlaklaşmış. * Şişmana yakın, balık etinde. * (para için) Çok. * Öfke, kızgınlık, kırgınlık gibi duygularla dolu. * Birbirine uyan, uyum gösteren. |
dolgun maaş | * Dolgun ücret. |
dolgun ücret | * Yüksek ve tatmin edici ücret. |
dolgunca | * Biraz şişman. * Fazlaca, çokça, bol. |
dolgunlaşma | * Dolgunlaşmak işi. |
dolgunlaşmak | * Dolgun duruma gelmek. |
dolgunluk | * Dolgun olma durumu. |
dolikosefal | * Uzun kafalı. |
dolma | * Dolmak işi. * Bazısebze ve tavuk, kuzu gibi hayvanların içine pirinç ve başka şeyler doldurularak pişirilen yemek. * Doldurularak yapılan. * Yalan, hile, dalavere. |
dolma biber | * Dolma yapmaya uygun, büyük biber türü. |
dolma kalem | * İçine mürekkep doldurularak kullanılan yazıkalemi. |
dolma otu | * Dolma otugillerden, çiçekleri küçük, yeşil veya beyaz bir bitki (Paronychia serpilifolia). |
dolma otugiller | * İki çeneklilerden, örnek bitkisi dolma otu olan ve içine kasık otunu da alan karafilgillerin alt familyası. |
dolma yutmak | * kanıp aldanmak. |
dolmak | * (bitkilerde) Olgunlaşmak, erginleşmek. * Bir yere iyice yayılmak, kaplamak. * Bir yerde pek çok kimse toplanmak, kalabalık duruma gelmek. * (süre, hesap) Tamamlanmak. * Sabrıtükenip öfkesi taşacak duruma gelmek. |
dolmalık | * Dolma yapmaya yarar. |
dolmen | * İkisi dikili, üçüncüsü de bunların üzerine kapak gibi yatırılmışüç büyük taştan oluşturulmuştaşdevri mezarı. |
dolmuş | * Boşyeri kalmamış, meş bu. * Teker teker yolcu alıp dolunca yola çıkan kayık, motor, otomobil gibi küçük taşıt. |
dolmuşdurağı | * Dolmuşların yolcu indirip bindirdiği yer. |
dolmuşuçak | * Belirli merkezler arasında bir tarifeye bağlı olmaksızın düzenlenen ucuz uçak seferi, çartır. |
dolmuşyapmak | * teker teker yolcu alıp dolunca yola çıkan taşıtla yolcu taşımak. * birkaç kişi ortaklaşa bir taşıt tutmak. |
dolmuşçu | * Dolmuşişleten kimse. |
dolmuşçuluk | * Dolmuşçunun işi veya mesleği. |
dolomit | * Kalsiyum ve magnezyumlu karbonat birleşiminde bir mineral. |
dolu | * Havada su buğusunun birden yoğunlaşıp katılaşmasından oluşan, türlü irilikte, yuvarlak veya düzensiz biçimli saydam buz parçalarıdurumunda yere hızla düşen bir yağıştürü. |
dolu | * İçi boşolmayan, dolmuş, meş bu, boşkarşıtı. * Bir yerde sayıca çok. * Boşyeri yok, her yeri tutulmuş. * Boşvakit olmayan, meşgul. * (iş, uğraş, olay vb. için) Çok olan. * (top, tüfek gibi ateşli silâhlar için) İçinde atılacak mermisi bulunan. * İçki doldurulmuş bardak. * Bir duygunun güçlü etkisinde olan. * (tornacılıkta) Delik açılmamış, (gereç). |
dolu dizgin | * (süvari ve at arabası için) Son hızla. * Önüne geçilemeyecek biçimde; çok olarak. |
dolu dizgin gitmek | * son hızla koşmak. * önüne geçilemeyecek biçimde olmak. |
dolu serpme | * Zımpara üretiminde tanecikler arasında belirli boşluklar kalmayacak biçimde düzenlenen tane yapıştırma işlemi. |
dolu yağmak | * dolu yere düşmek. |
dolukma | * Dolukmak işi. |
dolukmak | * Göz yaşarmak, ağlayacak duruma gelmek. |
doluluk | * Dolu olma durumu. |
dolum | * Doldurma işi. |
dolunay | * Ayın tam bir daire olarak dolgun, parlak görüldüğü evre, bedir. |
dolup taşmak | * gereğinden çok olmak, gereğinden çok kaplamak. |
dolusu | * Doldurulacak miktar. |
doluş | * Dolmak işi veya biçimi. |
doluşma | * Doluşmak işi. |
Kategoriler