doymak | * İsteği kalmayıncaya kadar yemek, açlığıkalmamak. * Yeter bulmak, kanmak, tatmin olmak. * Bir ihtiyacınıyeteri kadar karşılamak. * (olumsuz biçimde) Bıkmamak. |
doymaz | * Doymak bilmeyen, aç gözlü. |
doymazlık | * Doymaz olma durumu, aç gözlülük. |
doymuş | * Bir şey yiyerek tok duruma gelmiş. * İsteği kalmamış, isteği giderilmiş, tatmin olmuş. * Doyma durumuna gelmiş(gaz, sıvıveya elektromıknatıs), meş bu. |
doyulma | * Doyulmak durumu. |
doyulmak | * Doymak. |
doyum | * Eldekinden hoşnut olma durumu, yetinme; kanma, kanaat. * Bazı istekleri giderme, tatmin. |
doyum evi | * Gösterişsiz, küçük lokanta. |
doyum olmamak | * tadına doyulmamak, bir şeyden bıkılmamak. |
doyumlu | * Doyumu bulunan. |
doyumluk | * Doyulacak kadar (miktar). * Çapul, yağma. |
doyumsuz | * Bir türlü tatmin olmayan, bıkılmayan. |
doyumsuzluk | * Doymama durumu. * Tatmin olamama, cinsel birleşmede orgazma ulaşamama. |
doyunma | * Doyunmak işi veya durumu. |
doyunmak | * Yeteri kadar yemişolmak, doymak. |
doyuran | * Bir sıvının içinde eriyerek onu doyma durumuna getiren (madde). * Bir çelik çubuğu doyma durumuna getiren indükleyici manyetik alan. |
doyuran buhar | * Kendi sıvısı ile doyma durumunda olan buhar. |
doyurma | * Doyurmak işi. |
doyurmak | * Açlığını gidermek. * Geçindirmek, yaşamasını sağlamak. * Kandırıcı, inandırıcı, yeterli olmak, tatmin etmek. * Para yedirmek. * Bir maddenin içine alabileceği kadar başka bir madde katmak. * Doyma durumuna getirmek. |
doyurucu | * Doyurma özelliği bulunan, tatminkâr. * Kandırıcı, inandırıcı, yeterli. |
doyurulma | * Doyurulmak işi. |
doyurulmak | * Doyurmak işine konu olmak. |
doyuruş | * Doyurmak işi veya biçimi. |
doyuş | * Doymak işi veya biçimi. |
doyuşma | * Doyuşmak işi. |
doyuşmak | * Karşılıklıdoymak. |
doz | * Bir ilâcın bir defada veya bir günde alınması gereken miktarı. * Bir maddenin bir birleşiğe, bir karışıma giren veya girmesi gereken belli miktarı, düze. * Genellikle bir davranışta, bir konuşmada vb. nde yeterli görülen ölçü. |
dozaj | * Dozu ayarlama. * Düzem. |
dozer | * Tırtıllıveya lâstik tekerlekli yol yapım makinesi, buldozer, yoldüzler. |
dozunu kaçırmak (veya dozu kaçmak) | * ölçüyü aşmak, aşırı gitmek. |
Döger | * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. |
döğen | * Bkz. döven. |
döğme | * Bkz. dövme. |
döğmeci | * Bkz. dövmeci. |
döğmek | * Bkz. dövmek. |
döğmelik | * Bkz. dövmelik. |
döğünme | * Bkz. dövünme. |
döğünmek | * Bkz. dövünmek. |
döğüş | * Bkz. dövüş. |
döğüşçü | * Bkz. dövüşçü. |
döğüşçülük | * Bkz. dövüşçülük. |
döğüşken | * Bkz. dövüşken. |
döğüşmek | * Bkz. dövüşmek. |
döke döke | * Dökerek. |
döke saça | * Dağıtarak. |
dökme | * Dökmek işi. * Bir yerden bir yere dökülen, aktarılan. * Kapların içinde olmayan, yığın biçiminde ortaya dökülmüşolan. * Kalı ba dökülmek yoluyla yapılmış. |
dökme (veya taşıma) su ile değirmen dönmez | * yetersiz ve gelişi güzel önlemlerle işgörülemez, yürütülemez. |
dökme demir | * İçinde % 2’den % 6’ya kadar karbon bulunan bir demir-karbon alaşımı, font, pik (l). |
dökmeci | * Dökümcü. |
dökmecilik | * Dökümcülük. |
Kategoriler