duyurum | * Duyurma işi. |
duyusal | * Duyu ile ilgili. |
duyuş | * Duymak işi veya biçimi. * Seziş. |
duyuüstü | * Duyularla verilmeyen. * Algılama yoluyla değil, düşünme ile kavranan. |
-dü | * Bkz. -dı/ -di vb. |
düalist | * İkici, ikicilik yanlısı. * İkiciliğe ilişkin. |
düalizm | * İkicilik. |
Dübbüasgar | * Küçük Ayı. |
Dübbüekber | * Büyük Ayı. |
dübel | * Duvarlarda çivinin daha sağlam yerleşmesi için açılan deliğe önceden çakılan plâstik yuva. * 4-20 mm çaplarında, uçlarıyarık ve tırtıllı, baştarafıuca doğru daralan delikli, orta sert veya sert plâstikten yapılmışözel kavelâ. |
dübeş | * Oyunda, atılan zarlardan ikisinin de beş benekli yüzünün üste gelmesi. |
düden | * Kireçli bölgelerde kirecin erimesi veya yer altındaki karstlı bir çukur tavanın çökmesiyle oluşan doğal kuyu. |
düdük | * İçinden hava veya buhar geçirilince keskin ses çıkaran ve işaret vermek için kullanılan araç. * Akılsız, boşkafalı. * Taşıtlarda karşıtarafıuyaran korna. |
düdük gibi | * (giysi için) çok dar, daracık. |
düdük gibi kalmak | * yapayalnız kalmak. * zayıflamak. |
düdük makarnası | * İçi delik makarna. * Aptal, anlayışsız. |
düdükçü | * Düdük yapan veya satan kimse. |
düdükleme | * Düdüklemek işi veya durumu. |
düdüklemek | * Cinsel ilişkide bulunmak. * Aldatmak, kandırmak. * Değersiz bir şeyi çok değerliymişgibi birine satmak. |
düdüklü | * Düdüğü olan. * Düdüklü tencere. |
düdüklü tencere | * Buhar basıncından yararlanarak yemeği çabuk ve sağlıklı olarak pişiren bir tür tencere. |
düello | * İki kişi arasında, tanıklar önünde yapılan silâhlıvuruşma. * İki siyasî, ekonomik güç arasındaki çatışma. * Bkz. söz düellosu. |
düellocu | * Düello yapan kimse. |
düet | * Bkz. duo. |
dügâh | * Türk müziğinde bir birleşik makam. |
düğme | * Giyecek, yorgan vb.nin bazıyerlerine ilikleyici veya süs olarak dikilen kemik, metal, sedef gibi sert maddelerden yapılmışküçük tutturmalık. * Çevrilmek veya üzerine basılmak yoluyla bir elektrik akımınıaçan, kapayan herhangi bir makineyi işleten veya durduran parça, komütatör. * Üst deri altındaki kıkırdak ve yağdan oluşmuşdüğme biçimindeki çıkıntı. |
düğmeci | * Düğme, fermuar, boncuk gibi şeyler yapan veya satan kimse. |
düğmecilik | * Düğme yapma veya satma işi. |
düğmek | * Düğüm yapmak. |
düğmeleme | * Düğmelemek işi. |
düğmelemek | * Bir şeyin düğmesini iliğine geçirmek, iliklemek. |
düğmelenme | * Düğmelenmek durumu. |
düğmelenmek | * Düğmelenmek işine konu olmak veya düğmelemek işi yapılmak, iliklenmek. |
düğmeli | * Düğmesi olan. * Düğme ile tutturulan. |
düğmesiz | * Düğmesi olmayan. * Düğme ile tutturulamayan. |
düğü | * Elendikten sonra geriye kalan en ince bulgur. * Pirinç. |
düğüm | * İplik, ip, halat gibi bükülebilir şeyleri kıvırıp kendi üzerine veya birbirine dolayarak yapılan boğum. * Anlaşılamayan, çözülemeyen karışık durum. * Gelen ve yansımışdalgaların girişimiyle oluşan kararlıdalgalarda titreşim genliğinin sıfır olduğu noktalardan her biri. * Edebî eserlerde çapraşık olguların çözülmeden önce toplandığıen büyük merak unsuru. |
düğüm atmak | * düğümlemek. |
düğüm düğüm | * Üzerinde düğümler olan. |
düğüm noktası | * Bir şeyin sonuçlanması için çözülmesi, açıklığa kavuşturulması gereken güç yanı. |
düğüm üstüne düğüm vurmak (atmak) | * parasınıpintilik ederek saklamak. |
düğüm vurmak | * düğümlemek. * parasınıpintilik ederek saklamak, biriktirmek. |
düğümleme | * Düğümlemek işi. |
düğümlemek | * Düğüm yapmak. * Düğüm yaparak bağlamak. |
düğümlenme | * Düğümlenmek durumu. |
düğümlenmek | * Düğümle bağlanmak. * Sıkışmak. * Bütün sorunlar bir yerde toplanıp birleşmek. |
düğümlü | * Düğümlenmişolan. * Budaklı. * Sorunlu, karışık. |
düğümsüz | * Düğümü olmayan. |
düğümünü çözmek | * anlaşılmaz bir şeyi anlaşılır duruma getirmek. |
düğün | * Evlenme dolayısıyla yapılan tören, eğlence. * Sünnet düğünü. |
Kategoriler