düğün alayı | * Düğüne katılanların çalgıeşliğinde ve toplu hâlde yürümesiyle oluşan topluluk. |
düğün bayram etmek | * çok sevinmek, çok sevinç duymak. |
düğün çiçeği | * Düğün çiçeğigillerin örnek bitkisi (Ranunculus). |
düğün çiçeğigiller | * İki çeneklilerden, bazıtürleri süs bitkisi olarak kullanılan bir familya. |
düğün çorbası | * Et, un, yoğurt katılarak özellikle düğünlerde yapılan ve üzerine kızgın yağdökülen çorba çeşidi. |
düğün değil, bayram değil, eniştem beni neyi öptü | * gösterilen yakınlığın, iltifatın gizli bir sebebi olacak. |
düğün dernek | * Evlenme dolayısıyla yapılan kutlama töreni ve eğlence. |
düğün dernek, hep bir örnek | * olayların veya yapılan işlerin hep birbirine benzediğini anlatır. |
düğün evi | * İçinde düğün yapılan yer. |
düğün evi gibi | * sevinçli ve telâşlı bir kalabalık bulunan (yer). |
düğün hamamı | * Düğünden bir gün önce gelin ve yakınlarının yiyecek, müzik, oyun ve gösterilerle hoşvakit geçirerek yıkanıp temizlenme. |
düğün pilâvı | * Düğünlerde özel olarak pişirilen pilâv. |
düğün pilâvıyla dost ağırlamak | * başkasının kesesinden veya elinden ikramda bulunmak. |
düğün salonu | * Kiralanarak içinde eğlence ve toplantıyapılan salon. |
düğün yahnisi | * Hafifçe kavrulan bol soğan içinde kemikli kuzu etinin ağır ateşte pişirilmesiyle hazırlanan, az sulu yemek türü. |
düğüncü | * Düğün sahibi, toycu. * Düğün çağrıcısı. * Düğüne katılanlar. |
düğüncübaşı | * Düğünü yöneten kimse. |
düğünsüz | * Düğün olmadan, düğün yapmadan, düğünü olmayan. |
düğününde kalburla (elekle) su taşımak | * bir yardımına karşılık olarak bekâr bir kimseye çok büyük bir yardımda bulunma sözü olarak kullanılır. |
düğürcük | * İnce bulgur. |
dük | * Bazıdevletlerde prensten sonra gelen en yüksek soyluluk unvanı. |
-dük | * Bkz. -dık / -dik vb. |
dükkân | * Perakende satışyapan esnafın, küçük zanaat sahiplerinin satışyaptıklarıveya çalıştıklarıyer. * Görevli olarak çalışılan yer, işyeri. * Kumarhane. |
dükkâncı | * Dükkân işleten kimse. |
düklük | * Dük olma durumu. * Bir dükün yönetimindeki ülke. |
düldül | * Hz. Ali’ye Peygamber tarafından armağan edilen katırın adı. * Kötü at. * Eski otomobil veya modası geçmiş araç. * Mekanik olarak çalışan oyuncak çocuk arabası. |
dülger | * Yapıların kaba ağaç işlerini yapan kimse. |
dülger balığı | * Kemikli balıklar takımından, başı büyük, ağzı geniş, vücudu yassıve söbe, üstü dikenli pullarla kaplı bir balık (Zeus faber). |
dülgerlik | * Dülgerin zanaatı. |
dümbelek | * Ağzına deri gerilmiş, çanak biçiminde, darbukaya benzer bir çeşit çalgı. * Anlayışsız, sersem. |
dümbelekçi | * Dümbelek çalan veya dümbelek satan kimse. |
dümdar | * Artçı. |
dümdüz | * Çok düz. * Kendi hâlinde, uysal (kimse), basit. * Bilgisi, görgüsü çok dar bir sınır içinde kalan (kimse). |
dümen | * Hava ve deniz taşıtlarında, taşıta istenilen yönü vermeye ve belirli bir doğrultuda götürmeye yarayan hareketli parça. * Dalavere, hile. * Yönetim, idare. |
dümen bedeni | * Dümen boğazını oluşturmak için boydan boya konulan tek parça. |
dümen boğazı | * Dümenin dümen yelpazesinden yukarıkalan bölümü. |
dümen çevirmek | * hileye, düzene başvurmak. |
dümen evi | * Dümen boğazının geçmesi için kıç bodoslamasının üst ucuna ve teknenin kümbet olan bölümüne açılmış oval delik. |
dümen kırmak | * yön değiştirmek. |
dümen kullanmak | * bir işi kurnazca yönetmek. |
dümen neferi | * En geride olan, sonuncu, en tembel. |
dümen suyu | * Gemi giderken arkasında bıraktığıköpüklü iz. |
dümen suyundan gitmek | * birine bağımlı olmak, her şeyde ona uyarak davranmak. |
dümen tutmak | * teknenin gideceği yolu gözleyerek dümeni yönetmek. |
dümen yapmak | * dalavere, hile ile birini kandırmak, aldatmaya çalışmak. |
dümenci | * Gemilerde dümeni kullanan kimse. * En geride olan, sonuncu, en tembel. * Dalavereci, hileci, düzenbaz. |
dümencilik | * Dümencinin işi. * En geride olma durumu, sonuncu olma durumu. * Dalaverecilik, düzenbazlık, hilecilik. |
dümeni eğri | * Yan yan yürüyen. |
dümeni kırmak | * çekip gitmek, kaçmak, uzaklaşmak. |
dümenine bakmak | * şartlar ne olursa olsun çıkarını gözetmek. |
Kategoriler