düzeltilme | * Düzeltilmek işi. |
düzeltilmek | * Düzeltmek işine konu olmak veya düzeltmek işi yapılmak. |
düzeltim | * Düzeltme işi. |
düzeltme | * Düzeltmek işi, tashih. * Reform, iyileştirme, ıslahat. * Düzelti. |
düzeltme işareti | * Kalın olup da ince okunan ünlülerle birlikte bulunan g, k, l ünsüzlerini ve önünde ünlüleri ince okutmak veya yabancıkelimelerde uzun okunması gereken ünlüleri belirtmek için kullanılan işaretinin adı, şapka: âdet, âlem, âşık; kâğıt, tezgâh; ilâç, telâş; lâhana, lâmba, lâtin vb. |
düzeltmek | * Düzgün duruma getirmek. * Bozukluğunu gidermek, onarmak. * Yanlıştan kurtarmak, tashih etmek. |
düzeltmen | * Dizilmekte olan bir eserin provalarınıdüzeltme ile görevli kimse, düzeltici, musahhih. |
düzem | * Bir birleşiğe veya bir karışıma girecek madde miktarlarının belirtilmesi, dozaj. |
düzeme | * Düzemek işi. |
düzemek | * Herhangi bir karışımı istenilen orana göre hazırlamak, karışımın dozunu belirlemek. |
düzen | * Belli yöntem, ilke veya yasalara göre kurulmuşolan durum, uyum, nizam, sistem. * Soyut ve somut nesnelerin bir sıraya, bir hedefe, bir amaca göre sıralanması. * Yerleştirme, tertip. * Bir devletin belli başlı ilkeleri bakımından yönetimde tuttuğu yol, yönetim biçimi, rejim. * Toplumsal bir yapı içinde ögelerin bütüne, bütünün ögelere ve ögelerin biribirlerine göre ilişkileri. * Alet edevat takımı. * Bez dokuma tezgâhı. * Müzik aletlerinde ses ayarı, akort. * Dolap, hile. |
düzen açıklaması | * Bir tiyatro eserinin metninde dekor, giysi vb. ile oyuncuların görünüşleri, davranışlarıüzerine yapılan açıklama. |
düzen bağı | * Disiplin, düzence. |
düzen kurmak | * işler duruma getirmek. * düzenlemek. * hileye başvurmak. |
düzen teker | * Makinelerde, hareketin hızınıdüzgün tutmaya, çalışmayı düzenlemeye yarayan büyük çaplıçark, volan. |
düzen vermek (düzene koymak veya düzene sokmak) | * düzenlemek, dağınıklıktan kurtarmak. * akort etmek. |
düzenbaz | * Düzenci, hileci. |
düzenbazlık | * Düzenbaz olma durumu. |
düzence | * Sıkıdüzen, disiplin. |
düzenci | * Düzen, hile yapan, hileci, oyunbaz, düzenbaz, dessas. |
düzencilik | * Düzenci olma durumu. |
düzenek | * Mekanizma. |
düzenleme | * Düzenlemek işi. * Belirli sesler, çalgılar veya topluluklar için yazılmış bir eserin, başka sesler, çalgılar veya topluluklar tarafından söylenip çalınabilmesi için o eserde yapılan değişiklik, aranjman. |
düzenlemeci | * Düzenleme yapan kimse. |
düzenlemek | * Düzenli, düzgün duruma getirmek, düzen vermek, tanzim etmek. * Yapmak, hazırlamak. * Düzenleme yapmak. * Müzik aletlerini akort etmek. |
düzenlenme | * Düzenlenmek işi. |
düzenlenmek | * Düzenli, düzgün duruma getirilmek. * Yapılmak, tertip edilmek. |
düzenleşik | * Düzenleri birbirine uygun. * Bir sınıflamada aynı düzen ve aynısırada bulunan. |
düzenleşim | * Aynısıradaki nesne veya kavramların birbirinin yanında oluşu. * Bir sınıflamada aynısırada bulunan iki veya daha çok kavramın bağıntısı. |
düzenleyici | * Herhangi bir işi, kuruluşu gerçekleştirip düzenli sonuç alınmasınıüstlenen kimse, organizatör. * Bir makinenin görevini istenilen ölçüde tutup ayarlayabilen araç, regülâtör. |
düzenli | * Düzeni olan, yerli yerinde, kararlı, tertipli, muntazam. * Sistemli, nizamlı. |
düzenli ordu | * En küçük birimden en büyük birliğe kadar her türlü donanıma sahip askerî güç. |
düzenlik | * Bkz. dirlik düzenlik. |
düzenlilik | * Düzenli olma durumu. |
düzensiz | * Düzeni olmayan veya düzeni bozuk, karışık, tertipsiz, intizamsız, gayrimuntazam. * Sistemsiz. |
düzensizlik | * Düzensiz olma durumu, tertipsizlik, intizamsızlık, nizamsızlık. |
düzey | * Bir yüzeyin veya bir noktanın nispî yüksekliği ve o yükseklikten geçtiği var sayılan düzlem, seviye. * Bir nesnenin veya kimsenin başka nesnelere veya kimselere göre olan değer ve yücelik derecesi, seviye. |
düzeyli | * Belli bir düzeyi olan, seviyeli (kimse). |
düzeysiz | * Belli bir düzeyi olmayan, seviyesiz (kimse). |
düzeysizlik | * Belli bir düzeyi olmama durumu, seviyesizlik. |
düzgü | * Yargılama ve değerlendirmenin kendisine göre yapıldığıölçüt, uyulması gereken kural, norm. |
düzgülü | * Düzgüye uygun, normal. |
düzgün | * Doğru ve pürüzsüz, muntazam. * Eksiksiz ve yerli yerinde, kusursuz, insicamlı, rabıtalı, muntazam. * Kurala uygun olarak, kusursuz bir biçimde. * Kenar veya ayrıtları ile açıları birbirine eşit olan (biçim). * Kadınların, teni pürüzsüz göstermesi, renk vermesi için yüzlerine sürdükleri yarısıvıveya boyalıkrem, fondöten. |
düzgüncü | * Düzgün yapan veya satan kimse. * Gelinin düzgününü süren ve onu süsleyen kadın. |
düzgünlü | * Yüzüne düzgün sürmüşolan. |
düzgünlük | * Düzgün olma durumu. |
düzgüsel | * Kurallarla, yasalarla ilgili olan, kural, yasa koyan, normatif. |
düzgüsüz | * Düzgüye uymayan, düzgüsü olmayan, anormal. |
düziko | * Rakı, düz (II). |
düzine | * Aynıcinsten olan nesnelerin on iki tanesinin bir arada olması. * Çok. |
Kategoriler