elbet | * Her hâlde, şüphesiz, kuşkusuz. |
elbette | * Elbet. |
elbise | * Giysi. |
elbise dolabı | * İçindeki askılara giysi asılan, genellikle tahtadan yapılan ve özel bölmeleri olan mobilya. |
elbiseli | * Elbisesi olan, giyinik. |
elbiselik | * Giysi yapılmaya elverişli (kumaş). |
elbisesiz | * Elbisesi olmayan, çıplak. |
elci | * Bazıyörelerde mevsimlik tarım işçisi toplayıp işçi ile işveren arasında aracılık yapan kimse. |
elcik | * Bisiklet ve motosiklette dümenin elle tutulan kısımlarına geçirilen ve yumuşak, sentetik maddeden yapılan kaplama. |
elçek | * Geline kına yakılmasından sonra elinin içine girdiği, kumaştan yapılmış bir tür eldiven. |
elçi | * Bir devleti başka bir devlet katında temsil eden kimse, sefir. * Bir uzlaşma sağlamak veya iş bitirmek için birinin yanına gönderilen kimse. * Yalvaç, peygamber, resul. |
elçilik | * Elçi olma durumu. * Elçinin görevi veya makamı, sefirlik, sefaret. * Elçinin görevini yaptığıyapı, sefaret, sefarethane. |
elçilik etmek (veya yapmak) | * elçilik görevinde bulunmak. * iki taraf arasında uzlaştırma görevini yapmak. |
elçilik uzmanı | * Elçiliğin, belli bir kolundaki görevli uzmanı, ataşe. |
elçim | * Bir kerede ele alınabilecek kadar az olan nesne. * Tutam, bir demet, bir parça. |
elçiye zeval olmaz | * bir kimseden başka bir kimseye bir öneri ulaştıran kimse bu aracılığından dolayısorumlu tutulmaz. |
elde | * Çarpma ve toplama işlemlerinde bir sonraki sıranın rakamlarına katılacak olan (şey). |
elde avuçta (bir şey) kalmamak | * mal ve parasınıharcayıp bitirmişolmak. |
elde avuçta (ne varsa) | * (mal, para vb. için) ne varsa, hepsi. |
elde bir | * Kesinlikle gerçekleşecek şey. |
elde bulunan | * sahip bulunulan, hazırdaki. |
elde etmek | * bir şeye sahip olmak. * bir kimseyi kendi hizmetine almak veya kendinden yana çekmek. |
elde kalmak | * elinde kalmak. |
elde olmamak | * elinde olmamak. |
elde tutmak | * sahibi olsun olmasın, bir malımülkiyeti altına bulundurmak, zilyet olmak. |
eldeci | * Sahibi kendisi olsun olmasın bir malıkullanmakta olan, elinde tutan kimse, zilyet. |
eldeki | * elde bulunan, hazırdaki. |
eldeli | * Toplama veya çarpmalarda bir sonraki basamağa aktarılan sayı. |
elden | * Aracısız olarak, kendisi tarafından. * Birinin aracılığıyla. |
elden ağıza yaşamak | * günlük kazancıancak ihtiyaçlarınıkarşılayacak kadar olmak. |
elden almak | * bir malıpazara çıkarılmadan sahibinin elinden satın almak. |
elden ayaktan düşmek (veya kesilmek) | * yaşlılık sebebiyle veya sağlığı büsbütün bozularak çalışamaz duruma gelmek. |
elden bırakmamak | * bir şeyle sürekli ilgilenmek, elden düşürmemek. |
elden çıkarmak | * bir şeyin sahipliğini başkasına geçirmek, satmak. |
elden çıkmak | * malı olmaktan çıkmak, satılmak. |
elden düşme | * Az kullanılmışve sahibinin elinden ucuza alınmış(eşya). |
elden düşürmemek | * bazışeylerle bir süre çok ilgilenmek. |
elden ele | * Bir kişiden ötekine. |
elden ele dolaşmak | * birçok sahip değiştirmek veya birçok kimselerce ele alınmak. |
elden ele geçmek | * bir şey sahip değiştirmek. |
elden geçirmek | * eksiklik veya bozukluklarını gidermek veya denetlemek için incelemek. |
elden gel! | * ver!. * kutlayalım. elden geldiği kadar |
elden gelmemek | * yapamamak, dayanamamak. |
elden gitmek | * bir şeyi yitirmek, o şeyden yoksun kalmak. |
elden kaçırmak | * elde edilebilecek bir şeyden türlü sebeplerle yararlanamamak. |
elden kaçmak | * elde edememek. * fırsatıkaçırmak, değerlendirememek. |
elden ne gelir? | * çaresiz bir durumda yapılacak bir şey olmadığınıanlatır. |
elden vefa, zehirden şifa | * zehirden şifa beklenilmeyeceği gibi yabancılardan da yardım ve iyilik beklemek boştur. |
eldesiz | * Toplama veya çarpmalarda toplam ve çarpımın dokuzdan büyük olmaması. |
eldiven | * Dışetkilerden korumak için ele giyilen kumaş, deri veya kauçuktan yapılan el giysisi. |
Kategoriler