elma | * Gülgillerden, çiçekleri pembe veya beyaz bir ağaç (Pirus malus). * Bu ağacın kabuğu parlak, sert, kırmızıdan yeşile kadar türlü renkte, kokusu hoş, tadıekşi veya tatlı, dokusu gevrek, ufak çekirdekli meyvesi. |
elma çayı | * Elmalıçay. |
elma da, alma da demesini biliriz | * şartlara göre uygun davranmayı ifade eder. |
elma gibi | * kırmızı(yanak). |
elma sirkesi | * Elma suyundan elde edilen sirke. |
elma suyu | * Elmadan çıkarılan meyve suyu. |
elma şarabı | * Elma şırasının mayanmasıyla elde edilen şarap. |
elma şekeri | * Boya katılmışşeker pekmezine batırılarak şekerlenen ve çubuğa takılarak satılan elma. |
elma şurubu | * Elmanın şekerle kaynatılmasından elde edilen bir tür içecek. |
elmabaş | * Tepeli dalgıç. |
elmacı | * Elma yetiştiren veya satan kimse. |
elmacık | * Yüzün yanakla göz arasında bulunan, az çok çıkıntılı bölümü. |
elmacık kemiği | * Yüzün yanakla göz arasında bulunan kemiği. |
elmacılık | * Elmacının yaptığı iş. |
elmalık | * Elma bahçesi. |
elmanın yarısı o, yarısı bu | * Bkz. bir elmanın yarısı o, yarısı bu. |
elmas | * Billûrlaşmışarıkarbon. * Mücevher olarak kullanılan, saydam, değerli taş. * Elmastıraş. * Elmas taşlarıyla süslenmiş. |
elmas gibi | * çok iyi, çok değerli. |
elmasım | * övgü ile seslenme. |
elmasiye | * Dondurulmuşmeyve suyundan yapılan bir tür pelte. |
elmaslı | * Elmasla süslenmişolan. |
elmastıraş | * Üzeri elmas gibi yontulmuş(iyi tür cam, billûr). * Ucu elmaslı, kalem biçiminde cam keskisi. |
eloğlu | * El, yabancı. * Damat; koca. |
elöpen | * Kertenkele. |
elti | * Kardeşkarılarından her birinin ötekine göre adı. |
eltieltiyeküstü | * Bir tür bitki. |
eltilik | * Elti olma durumu. |
elvan | * Renkler. * Türlü renklerden olan. |
elvan elvan | * Çeşit çeşit. |
elveda | * Bir daha kavuşulmayacağıdüşünülen bir şeyden ayrılırken kullanılır. * Bir daha karşılaşılmayacak biçimde ayrılırken “Allaha ısmarladık, Allaha emanet olun” anlamında kullanılır. |
elverir ki | * yeter ki. |
elverişli | * Uygun, işe yarayan, müsait. |
elverişlilik | * Uygun olma durumu. |
elverişsiz | * Uygun olmayan, uygun gelmeyen. |
elverişsizlik | * Uygun olmama durumu. |
elverme | * Elvermek işi veya durumu. |
elvermek | * Yetmek, yetecek kadar olmak. * Uygun gelmek. |
elvermemek | * Uygun olmamak, uygun gelmemek, imkân bulunmamak. |
elyaf | * Lifler, teller. |
elzem | * Çok gerekli, vazgeçilmez. |
em | * İlâç, merhem. |
-em | * 343 -am / -em. |
emanet | * Korunmak için birine veya bir yere bırakılan eşya, kimse vb., inan, vedia. * Bir kimse ile birine gönderilen şey. * Eşyanın emanet olarak bırakıldığıyer. * Bazıdevlet dairelerine verilen ad. * Can. |
emanet bırakmak (veya vermek) | * bir eşyayıveya parayıkoruma işini yapan kimseye veya bir yere vermek. |
emanet dolabı | * Emanetçinin aldığıpara veya eşyayısakladığımobilya. |
emanet etmek | * bir şeyi veya bir kimseyi birine veya bir yere korumak için bırakmak. |
emanetçi | * Ücret karşılığıeşyayıalıkoyup koruyan kimse. |
emanetçilik | * Emanetçinin işi. |
emanete hıyanet olmaz | * emanet olarak bırakılan şeyi titizlikle korumak gereklidir. |
emaneten | * Emanet olarak. |
Kategoriler