F | * Flüor’un kısaltması. |
f, F | * Türk alfabesinin yedinci harfi. Fe adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümsüz, sürtünücü dişdudak ünsüzünü gösterir. * Nota işaretleri harflerle gösterilirken fa sesini gösterir. * Bazıülkelerde ısı birimi olarak kullanılan fahrenhayt derecesinin göstergesi. * Merceğin odak uzaklığının sembolü. |
F.K.B | * Fizik, kimya, biyoloji kısaltması. |
fa | * Gam (II) dizisinde mi ile sol arasındaki ses. * Bu sesi gösteren nota işareti. |
fa anahtarı | * Portedeki notaların fa yüksekliğinde olacağını gösteren işaret. |
faal | * Çok çalışan, çalışkan, canlı, hareketli, aktif. * İşler durumda olan. * Etkin. |
faaliyet | * Çalışkanlık, çalışma, canlılık, hareket. * İşler durumda olma, etkinlik. |
faaliyet göstermek | * çalışmak. * işler durumda olmak, etkinlik göstermek. |
faaliyete geçmek | * çalışmaya başlamak, çalışır duruma geçmek, işlemeye başlamak. * işler duruma gelmek, etkin duruma gelmek. |
faaliyette bulunmak | * çalışma içine girmek. |
faaliyetten alıkoymak | * çalışmasıdurdurulmak, çalışmadan alıkonulmak. |
fabl | * Çoğunlukla manzum, sonuçta ahlâkî bir ders çıkarılan alegorik hikâye. |
fabrika | * İşlenmemişveya yarı işlenmişmaddelerin makine, araç ve benzeri ile işlenerek tüketime hazır duruma getirildiği sanayi kuruluşu, üretim evi. |
fabrikacı | * Fabrika sahibi veya fabrika işleten kimse, fabrikatör. |
fabrikasyon | * Fabrikada yapılarak tüketime hazır duruma getirilen (madde). |
fabrikatör | * Fabrikacı. |
fabrikatörlük | * Fabrika sahipliği veya işletmeciliği. |
facia | * Çok üzüntü veren, acıklı olay, afet. * Trajedi, ağlatı. |
facialaşma | * Facialaşmak durumu. |
facialaşmak | * Facia durumuna gelmek. |
facialı | * Faciası olan, facia gibi karşılanan. |
faça | * İskambil destesinin en altındaki kâğıt. * Yüz, çehre, surat. * Giysi. * Yüklü geminin bordasındaki su düzeyi ile boşgeminin bordasındaki su düzeyi arasında kalan bölüm. |
faça etmek | * serenleri başa veya geriye doğru çevirerek yelkenleri sarmak. |
façalı | * Havalı, gösterişli. |
façası olmak | * havalı, gösterişli olmak. |
façasınıalmak (veya al aşağıetmek) | * birini mahçup etmek, bozmak. |
façeta | * Elmasın yontulmuşyüzlerinden her biri, faseta. |
façetalı | * Üzerinde façetaları bulunan. |
façuna | * Halatın örselenecek yerine tel veya sicimle yapılan sargı. |
façuna etmek | * sürtünme veya hava olaylarından korumak amacıyla, halatı ince iple sarmak. |
façunalık | * Façuna yapmakta kullanılan tel veya sicim. |
fagosit | * Yutar hücre. |
fagositoz | * Hücre yutarlığı. |
fagot | * Tahtadan parçalarıuç uca takılı, uzun bir boru biçiminde, perdeli bir üflemeli çalgı. |
fağfur | * Çin imparatorlarına verilen unvan. * Çin’de yapılmışkâse, tabak, vazo gibi porselen eşya. |
fağfurî | * Fağfurdan yapılmış. |
fahiş | * Ölçüyü aşan, aşırı, çok fazla. * Ahlâka ve törelere uygun olmayan. |
fahişe | * Orospu. |
fahişelik | * Orospuluk. |
fahrenhayt | * Erimekte olan buzun sıcaklığını32° C, kaynar suyun buhar sıcaklığını212° C de gösterebilecek biçimde derecelenmiş bulunan bir tür termometre. |
fahrî | * Saygı için verilen veya övünç için kabul edilen (başkanlık, üyelik, doktora gibi unvan), onursal. * Gönüllü, karşılıksız. |
fahriye | * Divan edebiyatında şairlerin kendi özelliklerinden övünerek söz ettikleri manzume veya manzumenin bir bölümü. |
fahte | * Klâsik Türk müziğinde daha çok ilâhi, beste ve özellikle peşrev formlarında kullanılan, yirmi zamanlıve on iki vuruşlu bir büyük usul. |
fahur | * Çok övünen, çok böbürlenen. |
faik | * Üstün, yüksek. |
faikıyet | * Üstünlük, yükseklik. |
fail | * Eden, yapan, işleyen. * Hukukî sonuç doğuran bir suç işleyen kimse. * Özne. |
failimeçhul | * Kimin yaptığı belli olmayan veya bilinmeyen. |
failimuhtar | * İstediğini yapmakta özgür, başına buyruk. * Yaptıklarından sorumlu olacak durumda ve yaşta olan (kimse). |
Kategoriler