fevk | * Üst, yukarı. |
fevkalâde | * Alışılmışolandan ayrı, olağanüstü, beklenmedik, görülmedik, işitilmedik. * Aşırı, çok fazla. * Çok iyi, çok üstün, çok güzel. |
fevkalâde hâl | * Olağanüstü hâl. |
fevkalâdelik | * Olağanüstülük, olağandan farklı olma durumu. |
fevkalbeşer | * İnsan üstü. * Üstün nitelikli insan. |
fevkanî | * Üstte, üstteki. |
fevrî | * Birdenbire, düşünmeden yapılan. |
fevrîlik | * Fevri olma durumu. |
fevt | * Elden çıkma (çıkarma), kaçırma, yitme. * Ölme. |
fevt etmek | * yitirmek, elden kaçırmak. |
fevt olmak | * yitirmek. * ölmek. |
fevvare | * Fıskiye. |
feyezan | * Taşma, taşkın, seylâp. * Bereket. |
feyiz | * Verimlilik, gürlük, ongunluk. * İlerleme, kültürel gelişme, olgunluk. |
feyizlenme | * Feyizlenmek işi. |
feyizlenmek | * Feyzalıp aydınlanmak, istifade etmek. |
feyizli | * Çok ürün veren, verimli. |
feylesof | * Filozof. |
feylesofça | * Filozofça. |
feylosofluk | * Filozofluk. |
feyyaz | * Çok verimli, gür. |
feyzalmak | * Etkilenmek, olgunlaşmak, ders almak. |
feza | * Uzay. |
fezleke | * Özet, hulâsa. * Bir kararın kısaca yazılması. * Tahkikat evrakı. |
fıçı | * Bir araya getirilerek çemberlerle tutturulmuşensiz tahtalardan yapılan, yuvarlak, karnışişkin ve altıüstü düz kap. * Bir fıçının alabildiği ölçü. |
fıçı balığı | * Fıçıya istif edilmiş balık tuzlaması. |
fıçı gibi | * bodur ve çok şişman. |
fıçıcı | * Fıçıyapan veya satan kimse. |
fıçıcılık | * Fıçıyapıp satma işi. |
fıçılama | * Fıçıya koyma, fıçıya doldurma. |
fıçılamak | * Fıçıya koymak. |
fıkara | * Bkz. fukara. |
fıkdan | * Yokluk, bulunmama durumu, eksiklik. |
fıkıh | * Bir şeyi, gereği gibi, iyice anlayıp bilme. * İslâm hukukunda din ve dünya işleri ile ilgili ana kaynaklardan yararlanarak konulmuşolan kuralların bütünü. |
fıkır fıkır | * Suyun, ses çıkararak kaynarken aldığıdurumu veya herhangi bir sıvının kaynayışınıanlatır. * Cilveli, oynak. |
fıkır fıkır kaynamak | * (bir şeyden bir yerde) çok bulunmak. |
fıkırdak | * Cilveli, oynak (kadın). |
fıkırdaklık | * Fıkırdak olma durumu. |
fıkırdama | * Fıkırdamak işi. |
fıkırdamak | * Fıkır fıkır kaynamak. * Cilvelenmek. |
fıkırdaşma | * Fıkırdaşmak işi. |
fıkırdaşmak | * Oynakça davranışlarda bulunmak. |
fıkırdatma | * Fıkırdatmak işi. |
fıkırdatmak | * Fıkır fıkır kaynatmak. * Cilve yapmasına sebep olmak. |
fıkırdayış | * Fıkırdamak işi veya biçimi. |
fıkırtı | * Kaynayan suyun çıkardığıses. * Cilveleşme. |
fıkra | * Kısa ve özlü anlatımı olan, nükteli, güldürücü hikâye, anekdot. * Gazetelerin veya dergilerin belirli sütunlarında, genel başlık altında gündelik konuları bir görüşve düşünceye bağlayarak yorumlayan ciddî veya eğlendirici yazıtürü. * Kanun maddelerinin kendi içlerinde satır başlarıyla ayrıldıklarıufak bölümlerden her biri. * Paragraf. * Omur. |
fıkracı | * Fıkra anlatan kimse. * Fıkra yazarı. |
fıkracılık | * Fıkra söyleme veya yazma işi. |
fıkrama | * Fıkramak işi veya durumu. |
Kategoriler