Kategoriler
F SÖZLÜK Türkçe Sözlük

Türkçe Sözlük F Sayfa 15

fırıldanmak * Fırıl fırıl dönmek.
fırıldatma * Fırıldatmak işi.
fırıldatmak * Fırıl fırıl çevirmek.
fırın * Her yandan aynıderecede ısıalarak ekmek, pasta vb. pişirmeye yarayan, tavanıtonoz biçiminde, önünde
tek açıklık bulunan ocak.
* Ekmek, pasta vb. nin pişirildiği ve satıldığıdükkân.
* Isıverici bir düzenekle çalışan, yiyecekleri pişirmeye veya ısıtmaya yarayan alet.
* Bir maddeyi fiziksel veya kimyasal değişikliğe uğratmak amacıyla ısıtılan alet.
* Fırında pişirilmiş.
fırın gibi * çok sıcak (yer).
fırın kebabı * Büyük tencerelere yerleştirilerek fırında pişirilen et yemeği, et kebabı.
fırıncı * Fırın işleten kimse.
fırıncılık * Fırın işletme işi.
fırında makarna * Haşlanmışmakarnaların arasına özellikle kaşar peyniri konularak üzerine süt dökülüp fırında pişirilen
makarna yemeği.
fırınlama * Fırınlamak işi.
fırınlamak * Pişirmek için fırına koymak.
* Fırında kurutmak.
fırınlanma * Fırınlanmak işi.
fırınlanmak * Fırına konulmak veya fırında kurutulmak.
fırınlatma * Fırınlatmak işi.
fırınlatmak * Fırınlamak işini yaptırmak.
fırınlı * Fırınlanmış.
fırınlık * Fırında pişirilmeye hazır yemek.
* Bir fırının alacağıkadar.
fırka * İnsan topluluğu.
* Tümen.
* Siyasî parti.
fırkacı * Parti üyesi.
* Bir partiye çok bağlı olan, partici.
fırkacılık * Particilik.
fırkata * 10 – 15 çift kürekli, hızlı, eski bir savaşgemisi.
fırkate * Bkz. firkate.
fırlak * Dışarıdoğru fırlamış, çıkmış, çıkık.
fırlama * Fırlamak işi.
* Arsız, terbiyesiz çocuk.
* Piç.
fırlamak * Hızla, birdenbire bulunduğu yerden çıkmak, ayrılmak.
* Yerinden oynayıp ileriye doğru çıkıntıyapmak.
* Fiyatı birdenbire yükselmek.
fırlatılma * Fırlatılmak işi.
fırlatılmak * Fırlatmak işi yapılmak.
fırlatış * Fırlatmak işi veya biçimi.
fırlatma * Fırlatma işi.
* Kol ve bacağın vücudun orta çizgisinden türlü yönlere, son eklemine kadar hızla ve gergin olarak
uzaklaştırılması(açılması).
fırlatmak * Hızla atmak, bulunduğu yerden dışarıatmak.
fırlayış * Fırlamak işi veya biçimi.
fırsat * Uygun zaman, uygun durum veya şart, vesile.
fırsat beklemek (veya aramak) * en uygun şartıkollamak.
fırsat bilmek * bir şeyden belli bir amaçla hemen yararlanmak.
fırsat bu fırsat * yararlanılacak en uygun zaman.
fırsat bulmak * uygun, elverişli zaman bulmak.
fırsat düşkünü * Kötülük yapmak için fırsat kollayan (kimse).
fırsat düşmek (veya çıkmak) * bir imkâna kavuşmak.
fırsat kollamak (veya gözlemek) * yapmak istediği işiçin uygun bir zaman veya bir durum beklemek.
fırsat vermek * bir işi yapmak için uygun, elverişli şartı sağlamak.
fırsat yoksulu * Eline fırsat geçmediği için zararsız gibi görünen (kişi).
fırsatçı * Fırsatları iyi değerlendiren, fırsat kollayan.
fırsatçılık * Fırsatçı olma durumu.
fırsatı ganimet bilmek * çıkan fırsattan en iyi biçimde yararlanmak.
fırsatıkaçırmamak * elverişli durumdan yararlanmak.
fırsatınıdüşürmek * kolayını bulmak.
fırsattan istifade etmek * ele geçirilen imkân veya durumdan en iyi biçimde yararlanmak.
fırt * Bir solukta veya bir yudumda içilebilecek miktarda sigara veya içki.
fırt fırt * (yer değiştirme için) Sürekli olarak, ikide bir.
fırtına * Yağmur ve kasırga getiren çok güçlü rüzgâr.
* Bu rüzgârın denizde veya kum çöllerinde yarattığıdalgalanma.
* Güç atlatılan kötü durum.
* Karşıt düşünce veya durumların yarattığıkarışıklık; sıkıntı.
* Saatteki hızı70 mil olan rüzgâr.

Bir yanıt yazın