garazsız | * Düşmanlık beslemeyen, garazı olmayan. |
garazsız ivazsız | * Hiçbir gizli maksat gütmeden. |
garbî | * Batıyönünde olan, batı ile ilgili, batıya özgü olan; batı. |
garç gurç | * Birbirine sürtünen nesnelerin çıkardığıses. |
garç gurç etmek | * garç gurç diye ses çıkarmak. |
gard | * Eskrim, boks gibi oyunlarda korunma için alınan durum. |
gardenparti | * Bir bahçede veya parkta yapılan davet. |
gardenya | * Kök boyası gillerden, sıcak bölgelerde yetişen bir ağaç veya ağaççık cinsi (Gardenia). * Bu ağaççığın güzel kokulu çiçeği. |
gardıfren | * Trenlerde vagon frenlerini işleten kimse. |
gardırop | * Giysi dolabıveya yeri. * Bir kişinin sahip olduğu bütün giysileri, giysi takımları. |
gardıropçu | * Giydirici. |
gardiyan | * Ceza evlerinde düzeni, tutukluların yasalara uygun biçimde davranmalarını sağlamakla görevli kimse. |
gardiyanlık | * Gardiyan olma durumu veya gardiyanın görevi. |
garez | * Bkz. garaz. |
gargar | * Süzgeçli testi. |
gargara | * Yutmadan, su veya başka bir sıvı ile ağzıveya boğazıçalkalama işi. * Bu maksatla kullanılan ilâçlısıvı. |
gargara yapmak | * bir sıvı ile ağzıveya boğazıçalkalamak. |
gargaraya getirmek | * gürültüye, karışıklığa boğarak bir sözün veya bir işin etkisini azaltmak, dağıtmak, dikkatten kaçırmak. |
gariban | * Kimsesiz, zavallı, garip. |
garibanlık | * Gariban olma durumu. |
garibe | * Şaşılacak şey, yadırganacak şey. |
garibine gitmek | * yadırgamak, şaşırmak. |
garip | * Kimsesiz, zavallı. * Yabancı, gurbette yaşayan, elgin. * Yadırganan, anlaşılmamış, gizli yönleri olan, yabansı, tuhaf. * Dokunaklı, hüzün veren. * Şaşılacak bir şey karşısında söylenir. |
garip bulmak | * yadırgayarak karşılamak, tuhaf ve anlaşılmaz olarak nitelemek. |
garip garip | * Zavallı, şaşkın bir biçimde. |
garip kuşun yuvasınıAllah yapar | * garip ve kimsesiz kişiye Tanrıyardım eder. |
garipleşme | * Garipleşmek işi. |
garipleşmek | * Garip bir duruma gelmek. |
gariplik | * Garip olma durumu, garabet. |
gariplik basmak | * yalnızlık çökmek. |
garipseme | * Garipsemek işi. |
garipsemek | * Kendini gurbette veya kimsesiz gibi düşünerek içlenmek. * Bir şeyi garip, tuhaf ve uygunsuz bulmak, alışamamak, yadırgamak. |
gark | * (suya) Batma, batırma; boğulma. |
gark etmek | * batırmak, boğmak. * birine bir şeyi bol bol vermek. |
gark olmak | * gömülmek, batmak. * bir şeyden bol miktarda olmak. |
garni | * Herhangi bir yiyecek bölümü bulunmayan otel. |
garnitür | * Herhangi bir şeyi ona uygun nitelikte tamamlayan nesne. * Giyecekleri süslemek için eklenen şey, süs. * Et veya balık gibi asıl yemeğin yanına süslemek veya tamamlamak için eklenen sebze, patates gibi yiyecekler. |
garnitürlü | * Garnitürü olan. |
garnizon | * Bir şehri savunan veya yalnız orada bulunan askerî birlikler. * Askerî birliklerin bulunduğu yer. |
garoz | * Palamut ve toriğin iç organları. |
garp | * Batı. |
garpçı | * Batıkültür ve medeniyetinden yana olan. |
garpçılık | * Batıyanlısı olma durumu. |
garpkârî | * Batıörneklerine benzer, Batıyapısı. |
garplı | * Batılı. |
garplılaşma | * Batılılaşma. |
garplılaşmak | * Batılılaşmak. |
garplılaştırma | * Batılılaştırma. |
garplılaştırmak | * Batılılaştırmak. |
garplılık | * Batılı olma durumu, batılılık. |
Kategoriler