garson | * Lokanta, otel, pastahane, kahvehane gibi yerlerde müşterilere hizmet eden kimse. |
garsoniyer | * Bazıerkeklerin, kendi konutlarından ayrı olarak evlilik dışı ilişkiler için tuttuklarıözel konut. |
garsonluk | * Garson olma durumu. * Garsonun görevi. |
gaseyan | * İç bulantısı. * Kusma. |
gaseyan etmek | * kusmak. |
gasıp | * Zorla alan. |
gasil | * Ölü yıkama. |
gasletme | * Gasletmek işi. |
gasletmek | * (ölüyü) Yıkamak. |
gasp | * Bir malısahibinin izni ve haberi olmadan zorla ve hile ile alma. |
gaspetme | * Gaspetmek işi veya biçimi. |
gaspetmek | * Zorla, izinsiz almak. |
gassal | * Ölü yıkayıcısı. |
gastrit | * Mide iltihabı. |
gastroenterolog | * Sindirim sistemi hastalıklarıhekimi, sindirim bilimci. |
gastroentoroloji | * Tı bbın sindirim sistemi hastalıklarını inceleyen dalı, sindirim bilimi. * Hastahanelerde sindirim organlarıhastalıklarının incelendiği, tedavi edildiği bölüm. |
gastronom | * Damak zevki olan, ağzının tadını bilen, iyi yemekten anlayan kimse. |
gastronomi | * İyi yemek merakı. * Sağlığa uygun, iyi düzenlenmiş, hoşve lezzetli mutfak; yemek düzeni ve sistemi. |
gastroskop | * Yutma borusu, mide ve on iki parmak bağırsağının gözle görülmesini sağlayan, hastaya ağız yolu ile uygulanan fiberoptik alet. |
gastroskopi | * Gastroskopla yapılan muayene. |
gastrulâ | * Yumurta hücresi oğulcuk durumuna gelirken blâstulanın bir noktasından çukurlaşarak iç içe geçmişiki hücre katmanı biçimine girme evresi. |
gaşiy | * Kendinden geçme, esrime. |
gaşyolma | * Gaşyolmak işi veya durumu. |
gaşyolmak | * Kendinden geçmek, esrimek. |
gato | * Pasta, çörek. |
gauss | * Manyetik alanın şiddet birimi. Kısaltması g. |
gavot | * Bir tür eski Fransız halk dansı. |
gâvur | * Müslüman olmayan kimse, Hristiyan. * Dinsiz kimse. * Merhametsiz, acımasız, inatçı. |
gâvur etmek | * boşuna harcamak, yerinde harcamamışolmak, işe yaramaz duruma getirmek. |
gâvur eziyeti | * Bile bile verilen zahmet, eziyetli iş. |
gâvur icadı | * Batıyapısıteknik eşyaya eskiden tutucu çevrelerin verdiği ad. |
gâvur inadı | * Yumuşatılamayan, yok edilemeyen inat. |
gâvur inadıtutmak | * iyiden iyiye inatlaşmaya başlamak. |
gâvur olmak | * Hristiyan olmak. * boşuna harcanmak. |
gâvur orucu gibi uzamak | * bir işgereğinden çok sürmek. |
gâvur ölüsü gibi | * çok ağır ve hantal. |
gâvura kızıp oruç yemek (veya bozmak) | * başkasına kızıp kendine zararlı olan bir işyapmak. |
gâvurca | * Batılıların konuştuğu yabancıdillerden herhangi biri. * Acımasız, insafsızca. |
gâvurcasına | * Hiç acımaksızın, insafsızcasına. |
gâvurlaşma | * Gâvurlaşmak işi. |
gâvurlaşmak | * Gâvur olmak. * Acımasız davranmaya başlamak. |
gâvurluk | * Gâvur olma durumu, dinsizlik. * Acımasızlık, insafsızlık, gaddarlık. |
gâvurluk etmek | * acımasız, insafsız davranışta bulunmak, gaddarlık etmek. |
gayakol | * Peygamber ağacıreçinesinden çıkarılan ve hekimlikte kullanılan bir sıvı. |
gaybubet | * Bulunmayış, yokluk. |
gaybubet etmek | * ortada görülmez olmak. |
gaybubetinde | * bulunmadığısırada, yokluğunda. |
gayda | * Üfleme düdüğü olan tulumlu bir çalgı. |
gaydacı | * Gayda çalan veya yapıp satan kimse. |
gaye | * Amaç, hedef. |
Kategoriler